Bazen hepimiz yalnız kalmayı, birazcık da olsun kafamızı dinlemeyi isteriz. Gündelik yaşamın hay huyundan, o sürekli koşturmacadan, sürekli bir yerlere yetişme zorunluluğundan uzaklaşmak, en sevdiklerimizden bile azıcık uzakta durarak biraz kafamızı dinlemeyi arzu ederiz. Özellikle büyük kentlerde bu ihtiyaç, biraz daha fazladır aslına bakarsınız. Yüz binlerce, milyonlarca insanla birlikteyken aslında ne kadar yalnız olduğumuzu anlarız bazen. Sonra da o yalnızlığı gerçekten tek başımıza kucaklamayı arzu ederiz.
‘Yalnızlık Allah’a mahsustur’ derdi büyüklerimiz. Elbette bir bakıma doğrudur bu. İnsan, toplumsal bir canlıdır neticede. Muhakkak ki başkalarıyla iletişim kurmak, başkalarıyla dertleşmek, yardımlaşmak, onlarla birlikte var olmak en temel gereksinmelerimizden birisidir. Fakat öyle bir an gelir ki daralırız, sıkılırız, içinden çıkamayacağımızı hissederiz yaşadıklarımızın ve bunun sonucunda tek başımıza olmayı, birazcık da olsa sakin kafayla düşünmeyi isteriz. Yine de ne yaparsak yapalım arzuladığımız kadar yalnız kalmamız da pek mümkün olmayacaktır.
Peki, gerçekten yalnızlık mıdır özlediğimiz? Yoksa başkalarından, o anda çevremizde kim varsa onlardan kaçıp kurtulmak ihtiyacı mıdır? Yalnızlık arzumuza biraz da bu yönden bakmalıyız sanki. Çünkü az önce de belirttiğim üzere aslında hiçbirimizin arzuladığı katıksız bir yalnızlık değildir. Öyle ya, o kadar çok istiyorsak bunu, o zaman bırakalım her şeyi ve doğaya dönelim tek başımıza. O kadar da kolay değildir bunu yapmak elbette. Alışkanlıklarımız, mevcut durumda elimizde olan konfor… Bunları terk etmek hiç de kolay değildir. Yalnızlığı bizler asıl olarak çevremizden biraz uzaklaşmak için isteriz. Tüm bunları düşününce açık olarak ortaya çıkan budur bence.
Yorumlar
Kalan Karakter: