OKUMAK VE YAZMAK
Son yıllarda içim acıyarak görüyorum ki gençlerimiz kendilerini ifade etmekte ciddi sıkıntılar yaşıyorlar. Bu durum hem sözlü hem de yazılı anlatımda geçerli. Konuştukları dil ancak birkaç yüz kelimeden ibaret bir sözlüğe sahip ve yazmaları gerektiğinde ortaya çıkanlar da bundan pek de farklı olmuyor doğallıkla.
Çocuklarımıza daha ilkokul yıllarından itibaren öğretmemiz gereken en önemli hususların başında okumak ve yazmak geliyor hiç şüphesiz. Çok okumayan bir kişinin düzgün yazabilmesi pek mümkün değil. Yazma pratiğine sahip olmayan kişinin de daha iyiye, daha güzel yazmaya ulaşması mümkün değil aynı şekilde. Şu anki gençlerin çok büyük bölümü ve çocuklarımız, en basit bir dilekçeyi ya da işle ilgili bir raporu dahi yazmaktan aciz durumdalar. Çünkü bu yaşa gelene kadar hiç bu tür bir işin içerisinde olmamışlar; okullardaki yazılı sınavlar haricinde hiç yazı yazmamışlar. Şunu da biliyoruz ki artık okullardaki sınavların bile birçoğu çoktan seçmeli bir şekilde yapılır oldu. Bunun sonucu da işte ortada: Yazmayı bilmeyen, zaten okumaya da uzak olan bir nesil geliyor.
Daha önceki bazı yazılarımda da belirtmiştim: Çocuklarımızın okudukları kitapların, dergilerin kalitesi de çok önemli değil. Elbette ahlakî değerlerimize, maneviyatımıza ters şeyler okusunlar, demiyorum. Ancak daha okuma kültürünün en başında olan örneğin 14-15 yaşlarındaki bir çocuğumuzun da Tolstoy’dan başlayarak okuma alışkanlığı kazanması pek mümkün olamaz. Elbette günün çok satan kitaplarını, daha basit bir anlatımla kaleme alınmış romanları, öyküleri tercih edecek bu gençler. Bırakalım yeter ki okusunlar ve okuduklarının hiç değilse bir kısmı kadar yazı yazsınlar. Günlük tutsunlar, o güne dair duygularını kaleme alsınlar. Hiçbir yazar eline kalemi ilk aldığı gün bin sayfalık bir roman yazma iddiasında olmadı. Çocuklarımız da ilk önce kendi dünyalarını yazsınlar. Yaza yaza kalemleri daha akıcı hale gelecektir. Okuyup yazmayan bir nesil, hiçbirimizin isteyeceği, kabul edebileceği bir şey değil…
Yorumlar
Kalan Karakter: