TURGUTLU’DA BİR ZİYARET MEKÂNI: BUÇUKZÂDELER TÜRBESİ
Mehmet Gökyayla
Türk Dil Kurumu’nun Türkçe Sözlük’üne göre türbe, “genellikle ünlü bir kimse için yaptırılan ve içinde o kimsenin mezarı bulunan yapı”dır[1]. İslam Ansiklopedisi’nde ise türbe ile ilgili “İslam coğrafyasında tanınmış şahsiyetlerin mezar anıtları türbeden başka ‘kümbet, makam, meşhed, buk’a, darîh, kubbe, ravza’ gibi adlarla da anılmıştır. Bu adlandırmalar genellikle yapının ait olduğu kişinin makam ve mevkii, mensup olduğu sosyal, dinî ve siyasî zümre, ayrıca yapının mimarî özelliğini yansıtmakla birlikte birbirinin yerine de kullanılmıştır.”[2] ifadelerine yer verilmiştir. Bu ifadelerden de anlaşılacağı üzere türbe, içerisinde mezar bulunan bir yapıdır. Dolayısıyla Turgutlu’da bu tanıma uyan tek yapının Buçukzâdeler Türbesi olduğunu söyleyebiliriz. Her ne kadar Hacı Zeynel Camii’nin avlusundaki Hacı Zeynel Dede, İsmail Dede ve Sazlı Dede mezarlarının başuçlarında ‘türbe’ ifadesinin yazılı olduğu kitabeler varsa da bunlar türbe değil; birer yatır olarak tanımlanmalıdır.
Türbe deyince birçoğumuzun aklına eski yapılar gelmektedir. Ancak bir yapının türbe diye nitelenebilmesi için yaşı değil; fonksiyonu dikkate alınmalıdır. Bir zamanlar Turgutlu Rufaî Dergâhı’nın avlusunda yer alan, dolayısıyla hazire denebilecek yerdeki dört adet mezar, 1922 yangınında türbe ve çevredeki binaların yok olmasıyla tek başlarına ortada kalmışlardır. İlerleyen yıllarda bölgede yeni yapılar inşa edilmiş ve mezarların bulunduğu bölge, yapıların arasında kalmıştır. Günümüzden on beş yıl kadar önce ise burada medfun merhumların torunlarından Ali Başeskici tarafından mezarların üzerine bir yapı inşa edilerek mekân bir türbe haline getirilmiştir.
Buçukzâdeler Türbesi, yakınlarında oturmuyorsanız veya o civara pek uğramıyorsanız kolay kolay yolunuzun düşmeyeceği bir sokakta yer almaktadır. Bahsettiğimiz sokak, Cumhuriyet Caddesi ile Alparslan Sokak arasında uzanan, Sadıklar Tekstil’in hemen yanındaki Kılınç Sokak’tır. Bundan dolayı Turgutlu’da yaşadığı halde bu türbenin varlığından haberdar olmayan çok kişi vardır.
Türbe pek bilinmediği gibi burada yatan merhumlar da günümüz Turgutluluları tarafından ne yazık ki unutulmuş durumdadır. Bu türbede ‘Buçukzâdeler’ diye bilinen aileden dört kişinin mezarı bulunmaktadır: Hacı Hüseyin Efendi, Hacı Ahmed Rüşdî Efendi, Hüseyin Şevki Efendi ve Kâzım Efendi.
Buçukzâdeler hakkında elimizde sınırlı da olsa bazı yazılı kaynaklar mevcuttur. Bu kaynakların ilki, Hüseyin Akgül’ün Turgutlu Evliyâ ve Menkıbeleri adlı kitabı[3], bir diğeri de anılan aileye mensup Kâzım Bütüner’in geçtiğimiz günlerde yayınlanan hatıralarıdır.[4] Ayrıca Buçukzâdeler Vakfı diye adlandırılabilecek vakfa dair de bazı belgeler mevcuttur. Ailenin adına rastladığımız en eski tarihli belge ise 1831 yılına ait Turgutlu’nun nüfus defteridir.[5]
Kâzım Bütüner’in aile büyüklerinden duyup hatıralarında aktardığına göre, “Padişah Yavuz Sultan Selim Han, İslam’ı ve İslam halifeliğini Osmanlı Padişahları olarak dünyadaki İslam ilmini ve İslamiyet’in yayılmasını biz sağlayacağız, demişler. İşte bu dönemde Mekke ve Medine bölgelerinden Anadolu’ya İslam’ın doğru bir şekilde yayılması için Hacı Hüseyin Efendi dedemiz ve ailesi gibi, başka aileler de deve kervanlarıyla Osmanlı topraklarına getirilerek büyük merkezî şehirlere yerleştirilmiş. Benim soyum Hacı Hüseyin Efendi, Turgutlu’ya gelmişler. Dedemlerin yakın bir kolu da Manisa Vilayeti’ne yerleşmiş.”[6]
Bütüner, ailenin Arabistan’dan Turgutlu’ya gelişini anlattıktan sonra Turgutlu’da yerleştikleri bölgeyi aktarmaktadır: “Hacı Hüseyin dedemin yerleştiği mevki, o günkü Turgutlu’dan oldukça dışarıda kalıyor. Bugünkü Turan Mahallesi Kılınç Sokak ve kabirlerin olduğu, Sadıklar’ın da içinde bulunduğu ve Kılınç Sokak’ın kuzey tarafındaki eski adıyla Çoban Sokağı’na kadar genişçe bir alana yerleşmişler. Daha sonraları buraya tekke binası, misafirhane, mutfak kısmı ve kendileri için yerleşmeler yapılmış. Daha sonra Dereköy Camii’ni yapmışlar.”[7]
Hatıralar, öznel veriler olduğu için zaman zaman tarihî gerçekliklerden uzaklaşmaları mümkündür. Hatırat yazarı, bizzat kendi yaşadıklarının yanında aile büyüklerinden duyduklarını da aktarıyorsa tarihsel sapma diye adlandırabileceğimiz bu yanılma payı daha da fazla olabilir ve bu durum olağan karşılanmalıdır. Kâzım Bütüner’in hatıralarındaki bazı veriler de çok kıymetli olmakla birlikte tarihî gerçekliklerle bazı uyumsuzluklar içermektedir ama bunlar yine de tarihçinin kullanmaması gereken bilgiler değildir. Dikkatli bir yorumla yaşananları bu hatıralardan yola çıkarak anlamlandırmaya çalışalım: Yavuz Sultan Selim’in tahtta olduğu dönem (1512-1520) Turgutlu’nun bir köy olarak yeni yeni ortaya çıkıp bir iskân merkezi olduğu zaman dilimidir.[8] Dolayısıyla bu dönemde doğrudan İstanbul’un yönlendirmesiyle buraya böyle bir ailenin gönderilip dinî irşada başlamış olması pek mümkün ve anlamlı değildir. Ayrıca Bütüner, Dereköy Camii’nin aile büyükleri tarafından yaptırıldığını belirtmektedir. Bu ibadethanenin orijinal adı, Hacı Üveys Camii’dir ve ibadethane ile ilgili en eski tarihli kayıt, vakıf görevlilerinin kaydedildiği hurufat defterindeki 1693 yılına ait atama kararıdır.[9] Turgutlu’nun gelişme istikametleri dikkate alındığında ‘Yenice’ diye adlandırılan mahalledeki Hacı Üveys Camii’nin 1600’lerin ikinci yarısında ve 1650’lerde ibadete açılan Pazar Camii’nden bir süre sonra inşa edilmiş olması son derece makul ve mantıklıdır. Dolayısıyla hatıratta anlatılan tarihlerle bu camiin ilk inşa tarihinin de örtüşmediği anlaşılmaktadır.
Kâzım Bütüner, Dereköy Camii ile ilgili olarak, “Caminin yapımında minareye sıra gelince caminin sağ tarafı kabristan olduğundan minareyi sağ tarafa yapamamışlar. Hacı Hüseyin Efendi’ye gelmişler, caminin sağ tarafında kabirler olduğundan minareyi sağ tarafa yapamadık demişler. Dedem de ‘caminin sol tarafına yapın’ demiş. ‘Olur mu efendim’ demişler. O da ‘olur, erenlerin sağı solu olmaz’ demiş ve Dereköy Camii’nin minaresi sol tarafa yapılmış.”[10] şeklinde yazmıştır. Hazirenin varlığı ve yukarıda ifade ettiklerimiz ile Hacı Hüseyin Efendi’nin yaşadığı dönem göz önünde bulundurulursa Dereköy Camii’nin Buçukzâde Hacı Hüseyin Efendi tarafından 19. yüzyılın ortalarında ya da ikinci yarısında müceddeden yani yeniden inşa ettirildiği sonucuna ulaşmamız mümkündür.
Buçukzâde ailesine dair şu an için ulaşabildiğimiz en eski tarihli belgenin, Turgutlu’nun 1831 yılına ait nüfus defteri olduğunu ifade etmiştik. Söz konusu deftere göre, “Müftü-i Belde Buçukzâde Hacı Hüseyin Efendi” Yenice Mahallesi’nde ikamet etmektedir.[11] Sonraki kayıtlarda karşımıza çıktığı kadarıyla yine Yenice Mahallesi’nde “Buçukzâde Dergâhı diye bilinen Hacı Hüseyin Efendi ibni Hacı Ahmet Efendi Dergâhı” bulunmaktadır. Bu dergâhın idamesi için Hacı Hüseyin Efendi tarafından birçok gayrimenkul aktarılarak bir vakıf tesis edilmiştir. Bu kuruma ait ilk vakfiye 12 Rebiülevvel 1283 / 11 Eylül 1866 tarihini[12] taşımaktadır. Vakfın ikinci kuruluş belgesi denebilecek olan diğer vakfiyenin tarihi ise 10 Rebiülevvel 1294 / 25 Mart 1877’dir. Kâzım Bütüner’in “Hacı Hüseyin dede tekkede ilk şeyhlik yapan ve en uzun yaşayan (111 yaşında dünyadan gitmiş)” ifadelerine dayanarak buraya kadar aktardıklarımızla birlikte bazı sonuçlara ulaşmamız mümkün görünmektedir.
Buçukzâde lakabıyla tanınan Hacı Hüseyin Efendi, hangi tarihte göreve getirildiğini bilemesek de 1831 yılında Turgutlu Müftüsü’dür. Rufaî tarikatına mensup olan Hacı Hüseyin Efendi, sonraki yıllarda kendisine ait olan arsaya bir dergâh inşa ettirmiştir. Dereköy Camii ile ailenin yakın irtibatı düşünüldüğünde de 17. yüzyılda Hacı Üveys isimli bir zat tarafından yaptırılan bu ibadethanenin zamanla yıprandığını ve 1800’lü yılların ortalarında Hacı Hüseyin Efendi tarafından müceddeden yani yeniden inşa ettirildiği öne sürülebilir. Bunların yanında Hacı Hüseyin Efendi aynı zamanda Urganlı’da bulunan Kutlu Bey Zaviyesi Vakfı’nın da mütevelliliği görevinde bulunmuştur.[13]
Hacı Hüseyin Efendi’nin inşa ettirdiği Rufaî Dergâhı’nın devamlılığının sağlanabilmesi için tesis edilen vakıf, dönemin Turgutlu’sundaki benzerlerine oranla küçümsenmeyecek gelire sahip bir hayır kurumudur. Şu anda elimizde olan 1877 tarihli ikinci vakfiyeye göre, bu vakfın kurucusu olan “Tarikat-ı Aliyye-i Rufaîyye Şeyhlerinden Buçukzâde Hacı Hüseyin Efendi ibn-i Elhac Ahmet Efendi”, bu hayır kurumuna bazı gayrimenkullerini aktarmıştır. Bunlar Cami-i Cedit Mahallesi’nde bir kömürcü dükkânı, dergâhın yakınlarında ve Kara Vapuru Caddesi üzerinde bulunan bir Rumhane, Zahire Pazarı’nda bir attar dükkânı, Pazar Camii yakınlarında bir uncu dükkânı, Buğday Loncası’nda bir eskici dükkânı, Çıra Pazarı’nda bir urgancı dükkânı ve demirciler içinde bir berber dükkânıdır.[14]
Bir başka kaynakta bu vakfa ait olduğu belirtilen gayrimenkuller ise şu şekilde sıralanmıştır: Cami-i Cedid Mahallesi’nde, Yüksek kahve karşısındaki berber dükkânı ve bir kömürcü dükkânı, dergâhın yanında ve Kara-vapur caddesinde bulunan iki ev, bir Rumhane, zahire pazarı taraflarında Hacı Numan’a ait dükkân, bir urgancı dükkânı, bir attar dükkânı, Pazar Camii yakınlarında Hacı İbrahim ve Balyozoğlu’nun dükkânları, buğday loncasında bulunan bir bakkal dükkânı, bir uncu dükkânı, bir eskici dükkânı, çıra pazarında bir atar dükkânı, Manav Derviş oğlu Hacı Mehmed’in dükkânı, bir urgancı dükkânı, demirciler içinde de bir berber dükkânı.[15] Muhtemelen 1877 tarihli ikinci vakfiye ile 1866 tarihli vakfiyede vakfedilen malları yenileri eklenmiş ve vakıf daha da büyütülmüştür.
Genelde büyükçe bir avluyu dönen yapılardan ve üst katta yan yana sıralı odalardan oluşan Rumhanelerin her bir odasında bir aile ikamet etmektedir. Mutfak ve tuvaletler ortak kullanım alanlarıdır. İkamet edenlerin kimliğine göre bu mekânlar Rumhane, Yahudihane veya kortejo (kortijo) şeklinde adlandırılmaktadır. Bu yapılar, birçok ailenin uzun süreli ikametgâhları olarak işlev kazanmaktadır. Cumhuriyet döneminde bu gibi yapılarda Müslümanlar da ikamete başlamıştır. İzmir’de pek çok örneği olan bu yapılara ‘aile evi’ de denmektedir. Dolayısıyla Buçukzâdeler Vakfı’na ait gayrimenkuller arasında en değerli olanı kuvvetli ihtimalle anılan Rumhane’dir. Onun yanında vakfedilen diğer dükkânların da ciddi bir kira getirisi olmalıdır.
Elimizdeki vakfiyeye göre bu gayrimenkuller vakfın yöneticisi olan mütevelli tarafından kiraya verilecek ve gelirleri ile önce masrafları karşılanıp kalan parayla da dergâhın tamir, yıllık aşure, gelen geçen yolcuların, fakirlerin ve dervişlerin çorbaları ve dergâhın meşihatında bulunan zatın zaruri ihtiyaçları karşılanacaktır. Vâkıfın belirtilen şartlarına uyulmazsa veya dergâh harap olursa vakfın tüm gelirleri, Müslüman fakirlere sarf edilecektir.[16]
Günümüzde Turan Mahallesi Kılınç Sokak ve civarına tekabül eden genişçe bir alana yayılmış olan ve Buçukzâde Hacı Hüseyin Efendi tarafından kurulan Rufaî Dergâhı, 1922 yılına kadar tüm yapılarıyla varlığını sürdürmüştür. Hatırlanacağı üzere, Yunan işgalinin son günlerinde Turgutlu, Yunan birlikleri tarafından baştan aşağı yakılmıştır. Rufaî Dergâhı ve müştemilatı olan mutfak, misafirhane ve haneler de yangın sonucunda maalesef yok olmuşlar; dergâhtan sonraki dönemlere somut hatıra olarak yalnızca başlangıçta bahsettiğimiz mezarlar kalmıştır.
Tekkenin haziresinde medfun ve bazıları Rufaî şeyhi de olan bu merhumların birer velî olduğuna inanılmakta ve haklarında da çeşitli menkıbeler anlatılmaktadır. Bu menkıbelerin bazılarına Hüseyin Akgül’ün Turgutlu Evliyâ ve Menkıbeleri kitabında yer verilmiştir. Ancak burada akıl karıştıran bir durum söz konusudur. Akgül’e göre baştan beri andığımız dört kabirde Mehmet Ali Efendi, kardeşi Ahmed Rüşdî Efendi, Mehmet Ali Efendi’nin oğlu Hüseyin Şevki Efendi ile Mehmet Ali Efendi’nin diğer oğlu ve Hüseyin Şevki Efendi’nin kardeşi Kâzım Efendi yatmaktadır.[17] Türbedeki kitabelere göre ise burada yatanların içerisinde Mehmet Ali Efendi yoktur. Onun yerine Hacı Hüseyin Efendi’nin ismi geçmektedir. Akgül, Buçukzâde Mehmet Ali Efendi’nin on dokuzuncu yüzyılda Turgutlu’da yaşamış Rufaî şeyhlerinden olduğunu belirterek yüz on yaşında iken vefat ettiğini ilave etmiştir. Merhumun Dereköy Camii’nde uzun müddet vaazlar verdiği de Akgül’ün belirttiği diğer hususlardandır. Bu bilgiler, Kâzım Bütüner’in hatıralarında da Hacı Hüseyin Efendi ile ilgili olarak tekrar edilmiştir. Tek fark, Hüseyin Akgül’ün Mehmet Ali Efendi’nin 110 yaşında vefat ettiğini ifade etmesine karşılık Kâzım Bütüner’in Hacı Hüseyin Efendi’nin 111 yıl yaşadığını yazmış olmasıdır. Dolayısıyla Akgül’ün çalışmasında Hacı Hüseyin Efendi yerine sehven Mehmet Ali Efendi isminin zikredilmiş olduğunu düşünmemiz mümkündür.
Bu karışıklığı sorduğumuz Kâzım Bütüner, mezarlarda nereden kaynaklandığını bilemediği bir şekilde bir dönem Mehmet Ali Efendi’nin isminin geçtiğini fakat bunun doğru olmadığını ve bizzat kendisi tarafından düzeltildiğini söylemiştir. Kâzım Bütüner’in dedesi olan Mehmet Ali Efendi’nin kabri, Dereköy Camii haziresindeyken hazirenin bozulması gündeme gelince Kâzım Bütüner ve babası tarafından muhtemelen 1950’lerin ilk yıllarında buradan taşınmıştır.[18]
Mezarlardaki sırayla ilerleyecek olursak Hacı Hüseyin Efendi’nin yanındaki kabir, Ahmed Rüşdî Efendi’ye aittir. “Kısa bir müddet için kutup olduğu da söylenen bu seçkin zat” Kerbela’ya ve Hacca gitmiştir. Şairdir ve o da Dereköy Camii’nde yıllarca vaaz vermiştir. Hakkında anlatılan menkıbelerden birisi şöyledir: “Dereköy Camii’nin karşısında bir fırın var. Orası o zaman da fırınmış. Fırıncı da bir Rum’muş. Rum fırıncı bir gün içinden diyor ki, Ahmed Rüşdî Efendi için kutup diyorlar. Bu fırına girse, ben bunu fırında görsem, acaba ne olur? Bakmış Ahmed Rüşdî Efendi camiden çıkmış, evine gidiyor. O da onun arkasından bakıyormuş, fırında da ekmek var. Fırını açıyor, bir de bakıyor Ahmed Efendi fırının içinden ona bakıyor.”[19]
Ahmed Rüşdî Efendi’nin yanında medfun olan Hüseyin Şevki Efendi hakkında adı ve bu aileden olduğu haricinde maalesef pek bilgi sahibi değiliz. Türbedeki son mezar ise 22 yaşlarında iken vefat eden Hüseyin Şevki Efendi’nin kardeşi Kâzım Efendi’ye aittir. Buçukzâdelerin torunlarından birisi olan Ali Başeskici’den öğrendiğimize göre Kâzım Efendi, çok küçük yaşlarından itibaren kitaplara ve okumaya çok düşkündür. Askerlik görevini yaparken izinli olarak evine gelmiştir. İzninin son gününde müthiş bir yağmur yağar. Bugün türbenin arkasında kalan boşluk kısmında o günlerde dergâhın kütüphanesi yer almaktadır. Aşırı yağış sonucunda kütüphaneyi su basar. Bunun üzerine ıslanıp zarar görebilecek kitapları kurtarabilmek için Kâzım Efendi seferber olur. Onun çabasıyla bütün kitaplar kurtulmuş; bir tanesi bile zarar görmemiştir. Fakat Kâzım Efendi, geç kalmamak için üzerindeki kıyafetler bile kurumadan yola çıkmak durumundadır. Askerî birliğine ulaşır ancak hastalanmıştır ve ne yazık ki birkaç gün içerisinde de vefat eder. Evine cenazesi gelir ve dergâhın haziresine defnedilir. Vefat ettiğinde yalnızca 22 yaşındadır ama bu kısacık ömrüne çok önemli bir iş sığdırmıştır. Merhum, vefatına kadar üç adet Kur’an-ı Kerim istinsah etmiş yani el yazısı ile yazmıştır. Bu üç Kur’an-ı Kerim’den birisi, halen Ali Başeskici’nin elinde çok kıymetli bir emanet olarak muhafaza edilmektedir.[20]
Kâzım Efendi tarafından istinsah edilen Kur'an-ı Kerimlerden bir tanesi
Buçukzâdelerin mezarları hakkında bir başka menkıbe de Ali Başeskici tarafından aktarılmıştır. Bu olay, Cumhuriyet döneminde yaşanmıştır. Ailenin o dönemki büyüklerinden birisi, birkaç gece arka arkaya rüyasında merhumlardan birisini görür. Rüyada görülen merhum, “Evladım, mezarlarımızın durumu iyi değil. İlgi bekliyoruz.” demektedir. Arka arkaya görülen bu rüyanın ardından mezarlar incelenir ve su aldıkları anlaşılır. O günlerin kaymakamından mezarların açılıp sudan kurtarılması için 50 santimetre kadar taşınabilmesi için müsaade istenir. Kaymakamın görevlendirdiği teknik personelin incelemesinin ardından gerekli izin verilir.
Mezarlar açıldığında cenazelerin bozulmadığı, ilk defnedildikleri gün nasılsa aynı şekilde durdukları görülür. Kişisel ilgisinden dolayı kaymakam da mezarların başındadır. Cenazelerin sudan korunabilmesi için mezarlar yarım metre kadar kaydırılır ve yerleştirilmeleri esnasında istikametin tam olabilmesi için gayret edilir. Kaymakam Bey, bu esnada elindeki bastonla yön göstermektedir. Bu sırada istirahatgâhına konan bir cenaze hiçbir müdahale olmaksızın, kendiliğinden kaymakamın işaret ettiği yöne döner ve bu şekilde kalır.[21]
Kılınç Sokak’taki türbede medfun olan dört zatın dışında yine aynı aileden olan ve bir velî olduğuna inanılan Mehmet Ali Bütüner veya Sapçı Mehmet Ali Efendi de Turgutlu Mezarlığı’nda medfundur. Hüseyin Akgül’ün belirttiğine göre Mehmet Ali Efendi de Rufaî şeyhidir. 1315 / 1897’de doğmuş ve 1967’de vefat etmiştir. Marangoz olan Mehmet Ali Efendi, bıçak, kürek vs sapı imal ettiğinden ‘sapçı’ diye anılmaktadır.
Hüseyin Akgül, kitabında Mehmet Ali Efendi’ye dair merhum Zeki Caz’dan naklen bir menkıbeye yer vermiştir: “Ben Eczacı Fuat’tan duymuştum. Ona da İzmir Radyosu program yapımcılarından merhum Ali Rıza Avni anlatmış. // Ali Rıza Avni Bey, Turgutlu’ya kız kardeşini ziyaret için geliyor ve bu arada Sapçı Mehmet Ali Efendi’ye uğruyor. Bu bir aşûre günü… Ortada aşûre kazanı kaynıyor, kabarıyor taşıp dökülecek. Karıştıracak kimse yok başında. Yâ Allah, Bismillâh, deyip sıvadığı kolunu kazana daldırıyor ve başlıyor karıştırmaya. Kabaran kazan da yatışıyor.”[22]
4-6 Eylül 1922 tarihlerinde yaşanan Yunan yangınının dergâhı fizikî anlamda yok ettiğini belirtmiştik. Daha sonra, 30 Kasım 1925 tarihinde kabul edilen kanunla tekke ve zaviyeler resmî olarak da kapatılmıştır. Bunlara rağmen inanışların tamamen yok olduğunu söyleyemeyiz. Bu inanışlar çerçevesinde Buçukzâde Hacı Hüseyin Efendi tarafından kurulan Turgutlu Rufaî Dergâhı çevresinde çeşitli uygulama ve gelenekler, bir süre daha yaşatılmıştır. Örneğin bir süre öncesine kadar aşure gibi belirli dönemlerde kabirlerin çevresinde ya da mazideki dergâhın avlusunda koca kazanların kaynatılmasına devam edilmiştir.
Şu anki türbenin arka kısmında kalan boş alandaki küçük evinde ikamet eden Hayriye Bütüner[23], bir anlamda mekânın son türbedarıdır. Mezarların bakımları ve temizlikleriyle vefatına kadar o ilgilenmiştir. Onun ardından da bir süre daha yine türbeyle aynı sokakta ikamet eden Hayriye Hanım’ın kızı bu görevi üstlenmiştir.[24]
Son olarak türbe ve mezarların günümüzdeki durumu ve bu duruma gelinene dek geçirdikleri süreçten bahsetmemiz gerekmektedir. Birkaç defa belirttiğimiz üzere dergâhtan yangın sonrasına ulaşabilen tek somut miras, sadece dört mezar olabilmiştir. Bu mezarlar, su aldıkları için yarım metre kadar taşınmışlar ve muhtemelen bu taşınma işleminden bir süre sonra da üzerlerine mozaik sandukalar yaptırılmıştır. Mezarların çevresi de alçak bir duvarla sınırlandırılarak alan kabaca muhafaza altına alınmıştır. Daha sonra da 2010 yıllarında anladığımız kadarıyla bu çevre duvarları baz alınarak mezarların üzerine yaklaşık 4 metreye 6 metre ölçülerinde bir yapı inşa edilmiştir. Bu yapının inşası esnasında mozaik sandukaların üzerlerine ahşap birer sanduka daha ilave edilmiştir. Günümüzde bu türbede arzu edenler dua edebilmekte; ibadetlerini yerine getirebilmektedirler. Türbe, bilenler tarafından da sıklıkla ziyaret edilmektedir.
Dönemin Turgutlu’sunda Buçukzâdelerin idaresinde olan Turgutlu Rufaî Dergâhı, tıpkı Uşşakî, Bektaşî veya Halvetî Dergâhları gibi önemli ibadet ve inanç merkezlerinden birisi olmuştur. Benzerleri gibi bu dergâh da belki fizikî anlamda yıkılıp gitmiştir fakat inançlar var olmaya, yaşamaya o tarihten sonra da devam etmiştir. Buçukzâdeler Türbesi, buradaki kabirler ve kabirler çevresinde zamanla oluşan inanmalar ile gelenekler, bu durumun açık göstergeleridir.[25]
[1] https://sozluk.gov.tr/ , Erişim: 24.03.2023.
[2] İsmail Orman, “Türbe”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/turbe , Erişim: 24.03.2023.
[3] Hüseyin Akgül, Turgutlu Evliyâ ve Menkıbeleri, Manisa 1995.
[4] Haz.: Mehmet Gökyayla, “Bir Değirmencinin Hatıraları”, https://www.turgutluyanki.com/yazarlar/mehmet-gokyayla/bir-degirmencinin-hatiralari/69/
[5] BOA. NFS.d. 2802.
[6] Haz.: Mehmet Gökyayla, “Bir Değirmencinin Hatıraları”, https://www.turgutluyanki.com/yazarlar/mehmet-gokyayla/bir-degirmencinin-hatiralari/69/
[7] A.g.m..
[8] Detaylı bilgi için bakınız: Feridun Emecen, XVI. Asırda Manisa Kazası, Ankara 2013, s. 211-213.
[9] Mehmet Gökyayla, “Tarihî İbadethanelerimizden: Hacı Üveys ya da Dereköy Camii”, https://www.turgutluyanki.com/yazarlar/mehmet-gokyayla/tarihi-ibadethanelerimizden-haci-uveys-ya-da-derekoy-camii/56/
[10] Haz.: Mehmet Gökyayla, “Bir Değirmencinin Hatıraları”, https://www.turgutluyanki.com/yazarlar/mehmet-gokyayla/bir-degirmencinin-hatiralari/69/
[11] BOA. NFS.d. 2802.
[12] Bu vakfiyeye ulaşmak mümkün olmamıştır. Varlığını ve tarihini ikinci vakfiyede yapılan atıftan anlıyoruz.
[13] BOA. EV.D.11981.
[14] Ertan Gökmen, “Turgutlu Kazası Vakfiyeleri”, Uluslararası Turgutlu Sempozyumu Bildirileri, Cilt: II, Turgutlu 2018, s. 775-776.
[15] İlker Mümin Çağlar, Tanzimat’tan II. Meşrutiyet’e Turgutlu (1839-1908), Celal Bayar Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayınlanmamış Doktora Tezi, Manisa 2014, s. 90-91.
[16] Ertan Gökmen, a.g.y., s. 776.
[17] Hüseyin Akgül, a.g.e., s. 31.
[18] Kâzım Bütüner ile 28 Mart 2023 tarihinde gerçekleştirilen görüşme.
[19] Hüseyin Akgül, a.g.e., s. 33.
[20] Ali Başeskici ile 11 Mart 2023 tarihinde gerçekleştirilen görüşme.
[21] Ali Başeskici ile 11 Mart 2023 tarihinde gerçekleştirilen görüşme.
[22] Hüseyin Akgül, a.g.e., s. 34-35.
[23] Hayriye Bütüner, Kâzım Bütüner’in babaannesidir. Hayriye Hanım, vefat edene kadar bahsettiğimiz yerdeki, yangından sonra inşa edilmiş olması muhtemel evinde ikamet etmiştir.
[24] Ali Başeskici ile 11 Mart 2023 tarihinde gerçekleştirilen görüşme.
[25] Makalenin araştırma aşamasında verdikleri bilgilerle çalışmanın ortaya çıkmasında çok önemli pay sahibi olan Sayın Kâzım Bütüner, Sayın Ali Başeskici ve Sayın Hüsnü Bütüner’e çok teşekkür ederim.