ÇATMA DEDE VE ÇATMA MEZARLIĞI
Mehmet Gökyayla
Ören köyünün içinden güneye yönelip kıvrıla kıvrıla ilerleyen yolda biraz sıkıntılı bir yolculuğa katlanırsanız yaklaşık on kilometre sonra Çatma Dağı'nın zirvesine yakın düzlüklere ulaşırsınız. Bu yol, bazı kesimlerde Turgutlu ile Bayındır arasındaki sınırı oluşturmaktadır. Solunuz Bayındır, sağınız ise Turgutlu ilçesine ve elbette İzmir'e ve Manisa'ya aittir. Daha ileride ise Turgutlu'ya bağlı Ören, Kayrak ve Çatalköprü köylerinin arazileri kesişecektir.
Bu dağlar, bu topraklar boş değil; denir ya bazen; işte ifade ettiğimiz cümlede kast edilen manevî zenginlik, Çatma Dağı için de geçerlidir. Dağın zirvesine yaklaştığınız noktada sol tarafınızda birçoğu yıkılmış, kabaca şekillendirilmiş kayraktan yapılarak yere sabitlenmiş taşlar dikkatinizi çekecektir. Mezar taşlarıdır bunlar. Muhtemelen elli kadar mezarın bulunduğu bu alan, Çatma Mezarlığı olarak adlandırılmaktadır. Mezarların çoğunun çevresi, bir kısmının üzerleri o bölgede bulunabilen taşlarla belirgin hale getirilmiştir. Alanın bir mezarlık olduğunu kanıtlayan en önemli gösterge de budur.
Ören köyünde görüştüğümüz kişiler, Çatma Mezarlığı'nın sahiplerinin kimler olduğunu bilmediklerini ifade etmektedirler.[1] Çatma Mezarlığı, kuvvetli ihtimalle o bölgede yerleşik olan bir grubun değil de konargöçerliği sürdüren bir yörük topluluğunun mezarlığı olmalıdır. Turgutlu'nun yüksek rakımlı bölgelerinde Çatma Mezarlığı gibi başka yörük mezarlıkları da mevcuttur. Yaz mevsimini yaylalarda, kışları ise kışlak denilen daha alçak kesimlerde geçiren yörüklerin her iki yurtlarında da mezarlıklarının olması olağandır. Bu mezarlıklarda üzeri yazılı mezar taşı bulmak, imkânsıza yakındır. Söz konusu alanları kullanan topluluklar, yerleşik hayata geçtikten birkaç nesil sonra da mezarların ve mezarlıkların kimlere ait olduğu bile çoğunlukla unutulmuştur. Örnek olarak Kayrak köyü yakınlarındaki, köy halkının 'Memeli' diye isimlendirdiği ancak asıl adının 'Mamalı' olması gerektiğini düşündüğümüz mezarlık gösterilebilir.[2]
Yörük hayatı, bu bölgede sınırlı da olsa izlerini halen sürdürmektedir. Mezarlığın yakınlarında, hayvancılık yapan birkaç ailenin zamanlarının en azından bir bölümünü buralarda sürdürdüklerini kanıtlayan derme çatma çadırlar bulunmaktadır.
Ören köyünden çıkıp bu istikamete güderken Çatma Mezarlığı'na varmazdan az evvel bir mezar daha bulunmaktadır. Yanınızda burayı bilen birisi yoksa bahsettiğim mezarı görmeden geçip gitmeniz kuvvetli ihtimaldir. Biz, Ören Muhtarı Hüseyin Ortaç'ın rehberlik etmesi sayesinde mezarı bulabildik. Bu mezarın dağa adını veren ya da adını dağdan alan Çatma Dede'ye ait olduğuna inanılmaktadır. Çatma Dede'nin kimliğine dair yörede hiçbir şey bilinmemektedir. Bilinen ya da daha doğru bir ifadeyle, inanılan husus, burada yatan ve Çatma Dede diye adlandırılan merhumun manevî anlamda bir ulu kişi olduğudur.
Yakın zaman öncesine kadar Çatma Dede'nin yatırının olduğu bölgeye, ihtiyaç duyulduğunda yağmur duası için gidilirmiş. Ören köyünde görüştüğümüz kişiler, orada edilen yağmur dualarının çok makbul olduğunu, duanın ardından köye dönerlerken her seferinde daha köye varmadan muhakkak yağmurun yağmaya başladığını ifade etmişlerdir.
Dağlar, kadim Türk inançlarında her zaman önemli bir yere sahip olmuştur. Bu açıdan baktığımızda hemen aklımıza Orta Asya'daki Altay Dağları gelecektir. Eski Türk devletlerinde boylar, aşiretler, obalar her biri ayrı ayrı olmak üzere bulundukları coğrafyalardaki dağları veya bir dağı kutsal kabul etmişlerdir. Bu inancın kökleri, toplumsal bilinçaltı ile nesilden nesle devredilen mitik bağlantılara dayanmaktadır. Farklı bir ifadeyle, "Türk halklarının hemen hemen hepsinde görülen dağ kültü mitolojide taş ve oba kültüyle sentez halinde bir durum sergilemektedir. Dağ ve onunla eşleştirilen dağ iyesi yalnız bir dağ kültünün terkip kısmı olmakla kalmaz, aynı zamanda türeyiş mitinin de özelliklerini yansıtır. Nitekim boyların, soyların ve kabilelerin birer kutsal dağlarının olması, soyun kendi ecdadını dağ ruhuyla birleştirmesi, bu iki mitolojik kategorinin ortak bir külte bağlanmış olduğunu gösterir."[3]
Diğer taraftan bakıldığında dağların kutsiyetine dair inanç, yalnızca eski Türk kültürüne yahut gök tanrı inancına mahsus değildir. Türkler dışında başka toplulukların da benzeri inanışlara sahip oldukları bilinmekte ve tüm bu inanışlarda bazı ortak paydalar bulunmaktadır: "Dağların kutsal oluşu ve onlara karşı tâzimde bulunulması, Tanrıya en yakın yerler olarak kabul edilmeleri, daha gelişmiş dinlerde ise Tanrının yüceliğini ve aşkınlığını sembolize etmelerinden ileri gelmektedir. Dağların bulunmadığı yerlerde insanlar, yüce varlığa yakınlaşma ihtiyaçlarını çeşitli kuleler inşa ederek karşılamaya çalışmışlardır."[4] Babil Kulesi'ni, Mezopotamya'daki zigguratları ve Meksika'daki Aztek piramitlerini hatırlayacak olursak yukarıdaki yargının ışığında bu kutsal yapıların fizikî özelliklerini anlamlandırmak daha kolay olacaktır.
Az önce ifade ettiğimiz üzere dağların kutsiyetine dair Türk inanışları ve başka bazı toplumların inanışlarında ortaklıklar, benzerlikler mevcut ise de Türklerin İslamlaşıp Anadoluya gelmeleri sonrasında yüzyıllar içerisinde çok temel farklılaşmalar yaşanmıştır. Gelinen noktada Türk kültüründe kutsal dağ imgelemi, tamamen kendine özgü bir yapıya bürünmüş durumdadır. Dağların kutsiyeti, Anadolu İslamiyetinde bir başka kutsal ile bir araya gelmiştir. İslamiyetin Anadoludaki tarihine dair çok önemli çalışmaları olan Prof. Dr. Ahmet Yaşar Ocak'ın ifadeleriyle, "Bu takdis olayı, yine Türkler arasında çok köklü bir inanç olan atalar kültü sayesinde âdeta halk Müslümanlığının temeli haline gelmiş bulunan evliya kültü ile birleşerek sürdürülmüş ve halen de aynı kuvvette devam ettirilmektedir. Bunun sonucunda da, İslamî inanç ve göreneklere göre normal olarak defin için kullanılmayan dağ ve tepe başları yüzyıllar boyunca Anadoludaki halkın takdis ettiği, kimliği meçhul evliya mezar ve türbeleriyle donatılmıştır. Bu konuda yapılan araştırmalarda, çok defa buralardaki mezarlarda gerçek bir şahsiyetin gömülü bulunmadığı, dolayısıyla dağ ve tepelerde mevcut olduğuna inanılan üstün güç veya ruhların evliya şeklinde şahıslandırıldığı sonucuna varılmıştır. Hatta bu tür evliyalı veya yatırlı dağ ve tepelerle ilgili inançların bir kısmının Türk öncesi Anadolu inançlarından intikal ettiği de düşünülebilir."[5]
Turgutlu ve çevresinde bir veli yahut din büyüğü barındırdığına inanılan tek yükselti Çatma Dağı değildir. Çatma Dağı'nda Çatma Dede'nin yatırının var olduğu gibi hemen karşısındaki Çoban Dede Tepesi'nde Çoban Dede'nin, Çal Dağı'nda da Çal Dede'nin yatır veya makamları vardır. Bunların yanında Yunusdere köyü mezarlığında Yunus Dede'ye ait olduğuna inanılan mezar, yine küçük de olsa bir tepenin üzerindedir. Aynı şekilde Karaköy mezarlığında da kimliği bilinmeyen fakat kutsiyetine inanılan bir dede yatmaktadır ve mezarı yine küçük bir yükseltinin üzerindedir.
Tüm bu saydığımız, din ulusu kabul edilen şahısların hakiki kimlikleri, kişilikleri, gerçek mezarlarının buralar olup olmadığı ve hatta bu kişilerin var olup olmadıkları, toplumsal açıdan bir yerden sonra önemini kaybetmektedir. Bugünkü bakış açımızla en önemli gerçek, anılan yatırların toplumun inanç silsilesinde çok değerli, sorgulanamaz yerleri oldukları ve bireylerin inanma ihtiyaçlarında vazgeçilmez bir alanı doldurduklarıdır. Tam da bu anlamda söz konusu yatırlar, Türk kültürünün ve dolayısıyla toplumun birleştirici unsurlarının başında yer almaya devam etmektedir.
[1] 20.10.2022 tarihinde Ören köyü kahvehanesinde gerçekleştirilen görüşmeler.
[2] Bu mezarlıkla ilgili detaylı bilgi için bakınız: https://www.turgutluyanki.com/gokyayla-kayrak-koyunun-tarihi-mezarliklarini-anlatti/45771/
[3] Fuzuli Bayat, "Türk Mitolojisinde Dağ Kültü", Folklor / Edebiyat Dergisi, Cilt: 12, Sayı: 46, 2006/2, Ankara, s. 47.
[4] Ömer Faruk Harman, "Dağ", TDVİA, https://islamansiklopedisi.org.tr/dag , Erişim: 04.11.2022.
[5] Ahmet Yaşar Ocak, "Eski Türklerde Dağ Kültü", TDVİA, https://islamansiklopedisi.org.tr/dag#2-eski-turklerde-dag-kultu , Erişim: 04.11.2022.