BİR DEĞİRMENCİNİN HATIRALARI
Turgutlu çevresindeki değirmenleri ve bunların geçmişini araştırırken tanıştık Kâzım Bütüner Amca ile. Kâzım Amca, Turgutlu’nun geleneksel anlamdaki son değirmencilerinden birisi. Yaşı itibariyle hem motorlu değirmenleri hem de eski tip değirmenleri tanıma şansını elde etmiş. Aynı zamanda Turgutlu’daki önemli ailelerden birisi olan ‘Buçukzâdeler’ diye anılan aileye mensup olan Kâzım Amca’nın değirmencilik ve kendi ailesiyle ilgili olarak bize aktardığı bilgilerle hatıralarını derlemeye çalıştım. Yazının başlangıcında bu bilgi ve hatıraları bizlerle paylaştığı için kendisine bir kere daha teşekkürlerimi sunuyorum.
1937 yılında Turgutlu’da doğan Kâzım Bütüner, eğitim hayatının sonrasında 1953-1998 yılları arasında tam 45 yıl boyunca Turgutlu’da değirmencilik yaptı. Halen Seferihisar’da ikamet eden Bütüner, babasından öğrendiği değirmenciliğin bölgedeki en son temsilcilerinden birisidir.
“Kara Değirmencilik
Değirmencilik dünyada insanların yaşamak için araştırmaları sonucu ortaya çıkmış. İlk değirmenler insan gücüyle alt taş ve üst taş olarak ve iki taşın alt taşı sabit, üst taşı döndürmek suretiyle üst taşın orta göbeğindeki açılan delikten hububat, un yapmak için akıtılır. İlk çağlarda üst taşın döndürülmesi insan gücüyle veya atlarla yapılırdı.
Daha sonraları su değirmenleri akarsu bölgelerinde suyun akış yönüne müsait olan bir yerde yamaçtan aşağıya münasip olan bir yerde değirmen taşlarını yine alt ve üst olmak üzere yerleştirip alt taşın altına kanatlı çark dediğimiz değirmencilik ilk günlerinde ağaçtan yapılmış olması yüksek olasılıktır. Bu çarkın göbeğindeki mili alt taşın göbeğindeki boğaz dediğimiz delikten yukarı doğru düz olmak üzere geçirilir ve milin yukarı gelen ucuna yine ağaçtan yapılan bir istavroz takılır, takıldığı yerde aşağıya-yukarıya ve sağa-sola hareketlidir ve yine ağaçtan alt taşın boğazına deliğin içine yerleştirilir. Bu boğaza takılan, bugünkü at arabalarının tekerleklerinin parmaklarının takıldığı göbeğindeki başlık gibidir. Alttan gelen mil, başlığın göbeğindeki delikten istavroz taktığımız mil geçer.
İkinci işlem üst taştadır. Üst taşın da taşların üst üste gelmek üzere kapandığında alt tarafına taşın boğaz dediğimiz deliğin alt tarafına tam karşılıklı gelmek üzere, dört adet yarım yuvarlak veya dikdörtgen şeklinde yuva yapılır. Bu yuvalar üst taş, istavrozun üstüne kapandığı zaman her iki taşın iç yüzleri bir birinin üzerine gelir. Şimdi sıra suya gelmiştir.
Yukarıdan akan bu suyun aşağıya değirmenin su tarafında duvarının alt kısmında taşın altındaki çarkın tam karşı tarafında bir açıklık bırakılır. Yine ağaçtan yapılan, değirmenin çarkına akan suyun hızlıca inmesini sağlayacak bir ark vardır. Buna savak da denilir. Su akan değirmen çarkının kanatlarına üstüne vuran suyun çarkın dönmesiyle üst taşta dönmeye başlardı. Üst taşın durduğu zaman, alt taştan yukarı doğru kalkması için yine ağaçlardan bir kaldıraç yapılır. Bu arada çarkın üzerine akan suyu çarktan ayırıp değirmenin durması suyu yan tarafına boşa akıtır.
Değirmenin alt taşının çevresine taşların çapı 110 cm ise iç kısmı 110 cm olan bir sofra tahtadan kesilip iç kısmı 110 cm ölçüye uygun olarak alt taşa yukarıdan aşağıya doğru geçirilir. Taşın yüzünden 4-5 cm kadar aşağıya indirilir. Sonra sofranın taşın tarafındaki tuşla sofra arasında kalan aralık hamurlu bezlerle sıkıştırılır ki taşların arasından akan unlar yere akmasın diye. Daha sonra üst taşın üzerine çevresini kapatacak şekilde 110 cm taşın üzerine kapanacak taşların arasından çıkan unun yan taraflara dökülmemesi için iç çapı 120 cm olmak üzere kapak yapılır ve kapatılır. Taşın kapağının 10 cm daha geniş olması akan unun, un payıdır. Kapanan kapağın üst kısmında taşların ortasında deliğe uygun bir delik açılır. Bu delikten taşların içine baktığımızda daha önce koyduğumuz istavroz görünüş değirmene buğdayın akması için kasanın üzerine yapılan bir iskele üzerine dört köşe bir şekilde huni gibi daralan sepet dediğimiz bir kasa yapılır. Kapağın üzerine yerleştirip yerine oturan sepetin alt kısmına kaşık dediğimiz bir alet diyelim, yerleştirilip bu kaşığın boyu 40 cm uzunluğunda sağ, sol yanlar ve arkada kenarlık yapılır ki, sepetten akan buğdaylar etrafa dağılmasın diye kaşığın ön kısmı yamulur. Arkaya göre daha dardır ve buğdayın düzgün akması sağlanır. Kaşığın ön kısmını sallamak üzere çakıldak dediğimiz bir alet buğdayın daha rahat akması için oklavaya benzeyen bir ağaç bir ucu 4 köşe olarak üst tarafı yuvarlak olacak şekilde kaşığın buğday akan tarafına uygun şekilde oklava gibi bir ağaç parçasının, kaşığın ağzına gelen kısmı küçük gazoz şişesi kalınlığında olup diklemesine 4 köşeli yapılır. Hazırladığımız bu oklava gibi ağacın 4 köşe olan tarafını istavrozun göbeğindeki deliğe yerleştiririz. Diğer yuvarlak olan ucunu da dik ve düz olacak şekilde sepetin iskelesinin buğday akan ön kısmına, kaşığı sağa-sola sallayacak olan şişe kalınlığına ki o köşeli kısım taş döndüğünde kaşığı çalkalayarak buğdayın taşın içine akmasını sağlar. Taşın üstüne konan sepetin içi ne kadar buğday alacağı ölçülüdür. Buğdayın iki tenekesi, gaz tenekesi dediğimiz o tenekeler (iki tenekesine bir kile denir) 32 kilo kabul edilir. Sepetler çoğunlukla üç kile hesabına göre yapılır. Üç kile toplamı 96 kilogram kabul edilir. Buğday 100 kilogramsa hak 10 kilodur. Buğdaydan alınır. Veya para verilir; yine nispet aynıdır.
Değirmen taşları: Deniz kıyılarında suyun içindeki bazı kayalardan alınan taşlardan yontularak değirmen taşı haline getirilir. Bu taşlar suya dayanaklı olduğundan su değirmenlerinde kullanılır. Çarkın üstüne akan su, alt taşı devamlı ıslak tutar ve su değirmenlerinde öğütülen un da soğuk olur ve ‘su değirmeni unu yakmıyor’ denir. Bir de su değirmenlerinin devirleri düşük olur, bu değirmenlerin un üretimi de doğru orantılı olarak düşük olur.
Değirmenler: Turgutlu içinde 1960 öncesine kadar çırçır fabrikalarının hepsinde bir veya iki adet değirmen vardı. Çırçır fabrikalarının pamuk işlemi mart ayı sonu itibarı ile son bulur ve eylül ayı başlarında tekrar başlardı. Bu işlem, çırçır fabrikaları mart ayından sonra da devam ederse, o sene yeni yetişen pamuk bitkisine zararı olan pamuk tozunun bütün ovadaki üretime zararı olur. Pamuğun mahlıçları zayıf olur ve çekirdeğin içindeki fıstıkta zayıflık olur. Bu sebepten fabrikalar yazın kapanmasın diye değirmenler vardır. Bu değirmenler, üst taşı döndürmek için alt tarafından bulunan teker vasıtasıyla çalışır. Bu fabrikalar mazotla çalışan yatık motor dediğimiz volanlı motorlardır. Motordan gelen kayışlarla transmisyon dediğimiz mile takılı olan kasnak aracılığıyla çalışır. Mil üzerindeki diğer kasnaktan taşın altındaki teker veya kasnak dediğimiz arasına da yine bir kayış takılarak değirmen çalıştırılır.
Bu motorlar büyük olduğu için her istenen zamanda çalıştırılmaz. Değirmende en az 800 veya 1000 kilogram un olacak kadar hububat toplanması gereklidir. Değirmenlerde kullanılan değirmen taşları benim bildiğim üç çeşittir;
- Sudan çıkartılan bu taşlar taş sanatçıları tarafından yontularak değirmen taşı haline getirilir. Alt ve üst taşı da çemberlerler.
- Zımpara taşı dediğimiz madenden öğütülerek, iri taneli ve ince taneli yapılarak özel bir yapıştırıcıyla iri olan malzemeyle ayrıca ince öğütülmüş olan ayrı ayrı harç haline getirilir. Taşların çap ve kalınlığına göre hazırlanan kalıplara dökülür. Taşların kalınlıkları, alt taş 35 cm, üst taş 40 cm olarak kalıptan çıkar. Bu taşlara da alt kenar ve üst kenar olmak üzere çemberlenir. Bu çemberler sabit değil ancak çok sıkı saracak şekilde takılır. Gerektiğinde iç yüzleri tarafındaki çembere çekiçle vurulur. Zaman zaman taş kullanıldıkça 1 veya 2 cm kadar yüzeyden içe doğru kaydırılır. Taşların yüzeylerinin göbeğinde dış kenara doğru açılan kanallar vardır. Bu kanallar hafif kavisli olup 16 adet uzun olanlar göbekte kenara kadardır. Değirmen çalışırken buğdaylar göbekten dışa doğru bir yere kadar iri bulgur gibi ikiye bölünür. Sonra dörde bölünür. Daha sonra göce dediğimiz irmik iriliğinde, bu kanallardan yürür, kanatların taşın dönüş yönüne göre olan tarafı yatay ve açık kalır. Arkada kalan kısmı imkân olduğu kadar usta dik yapar. Göbekten kenara doğru kanalın yüzeyi dışa doğru gittikçe daha da yükselir. Kısa kenarlar da aynı şekilde yapılır. Taşın kenarında 15 cm olan kısma un payı deriz, burası da içten dışa göz kararı ile iki taşın arası 3-4 mm kadar aralık olacak şekilde ayarlanır. Daha sonra göce dediğimiz oluşumun olması için iki taşın arasındaki mesafesi iki taşın arası sıfıra yakındır. Bu yüzde taşlar bu düzende çalışır, un üretilirse kısa kenarların ürettiği rüzgârla beraber un soğukça ve üretimi yüksek olur. Taşların direnmesi değirmenciliğin en önemli işidir.
- Bir de değirmen taşı üretimi çakmak taşı dediğimiz taşlardan, yine zımpara taşı dediğimiz işleme göre yapılır.
Bir de yel değirmenleri vardır. Kule gibi yapılan binanın tepesi ne konulan, rüzgâr pervanesi rüzgârın gücüyle dönerek pervaneden diklemesine aşağıya inen milin ucuna takılan taşların altındaki dişliyi çevirerek değirmeni çalıştırır. Su değirmenlerinin düzeneği ile yel değirmenlerinin çalışması aynıdır.
Turgutlu’daki Çırçır Fabrikaları ve Bu Fabrikalardaki Taşlı Değirmenler
- İstasyon binasının doğu tarafının demiryolu kenarındaki çınar ağaçlarının karşı tarafındaki TOKİ evlerinin olduğu yerde, kurtuluş savaşından sonra Cumhuriyet’in kurulmasında Yunan askerleriyle savaşırken Aydın’ın o dönemdeki çarpışmalarda fedakârlık ve başarı gösteren efelerden Yörük Ali Efe’ye şimdiki TOKİ evlerinin yerinde olan Turgutlu’daki Rumlara ait eski çırçır fabrikasını mükâfat olarak Atatürk ve arkadaşları ile millet birliğiyle kurulmuş olan Cumhuriyet Devleti hediye etmişti. Sonra oranın tamiratında ve çalıştırılmasında babam 1940’lı yıllar civarında o fabrikanın genç ustası olarak çalışmış.
- İstasyondan yukarıya İbrahimci Camisi ile Koza Pazarı arasında Atatürk Bulvarı üzerinde (Yako Bencuya’nın) çırçır, kara taşlı değirmen ve üst katta da has un fabrikası vardı.
- Pazar Camii önü şimdiki Cevdet Öktem Caddesi üzerinde camiden doğuya doğru 150 m. tahminen aralı, sağ tarafta sahibi olduğu (Sabri Gördüren’in) üst katında çırçır ve zeminde değirmen vardı.
- Yine Piyaleoğlu Caddesi üzerinde bugünkü Niyazi Üzmez İlkokulu’nun olduğu yerde (Poyrazların Abdullah Bey’in) yukarısı çırçır, zeminde taşlı değirmen vardı.
- Şehrin içinde değirmeni olan çırçır fabrikası sonuncusu olur. Yedi Eylül Mahallesi Cumhuriyet Caddesi’nde Sabri Gördüren’e ait olan fabrikayı Gördüren’den sonra Mükayyit Gazel satın almıştır. Gazel’den sonra Halil Ulaş’ın oğluna yani son olarak bugünkü haliyle Ulaşlar’da kalmıştır.
Turgutlu’daki Su Değirmenleri ve Diğer Fabrikalar
- Selvilitepe Mahallesi çıkış yolu olan selvilerden taraftaki o girinti olan aşağı yerde bir taşlı suyla dönen değirmen vardı.
- Bugünkü Alparslan Türkeş Meydanı’na çıkarken yeni yapılan Migros Market binasının olduğu yerin yol tarafında bitişik bir su değirmeni vardı.
- Irlamaz Köyü’ne yakın orada da Selvili Tepe ile Irlamaz arasında da bir değirmen ve presli pirina dediğimiz zeytinyağı değirmeni vardı. Zeytinin ezilmiş hamuru kıl torbalar içine 4 ile 5 kap bir ölçek hamur konur, torbalar prese sığdığı kadar üst üste dizilir ve sıkılır. Akan yağ, dinlenme havuzlarına gider ve daha sonra filtre dediğimiz alet, yağı bir tarafa suyu bir tarafa ayırır. Temiz yağ kaplara doldurulur.
- Bir de Çatalköprü dediğimiz yerde de bir su değirmeni son zamanlara kadar vardı. Sular azalınca yok oldular.
- Bir su değirmeni daha Karacalı Çayı’nın Sarıbey Köyü yönünde akan tarafında Koyuncu lakaplı Koyuncu Mehmet kardeşi Koyuncu İbrahim Bey’in Çiftlikleri yanında bir su değirmeni vardı.
- 1952 senesi yaz tatili zamanı yapılan çırçır fabrikası istasyon langarının arkasındaki Âşık Ali’nin altındaki fabrikaydı. (İlk sahibi Muhtar Karagözlü) adına motor ustası Sarı Kâmil ve babam Hüsnü Bütüner ve ben de dâhil ekibiyle 30 adet çırçır, 26 tanesi plot çift bıçaklı olarak adlandırılan İngiliz malı, yeni Türkiye’de üretilmeye başlanan tek bıçaklı Sümer toplu çırçır (deme maksatlı) makineleri (4) kurulmuş ve tamamı 30 adet olmuş zemin katta motor dairesi içine varanlı denilen büyük tekerli (95 beygir gücünde) nasyonal yatık motor ve dırasmiyon mili üzerinde çırçırları çalıştıracak olo (30 adet) kasnak takılmıştır, yine işlenmiş olan pamuğu prese haline getiren pres makinesi da Kamil Uslu tarafından kurulmuştur.
- Aynı sene içinde Subaşı Mahallesi’ndeki Bağkur Esnaf Evleri’nin Fen Lisesi yolu tarafının ve Ankara Asfaltı arasına da yine 1952 yazı içinde Muharrem Yıldırım adına 24 adet Plat çırçır makinesi ayrıca zemin katına zeytinyağı fabrikası kurulmuştur.
Ailemiz
Burada yazarak anlattığım dedelerimden ve mahallemizin büyüklerinden edindiğim bilgidir. 1517 yılında Osmanlı Padişahı olan Yavuz Sultan Selim Han zamanında Güney Anadolu, Mısır ve Arap Yarımadası (Yemen dâhil) olduğu gibi o bölgeyi fethetmişler. Aynı zamanda Mekke ve Medine’yi de ele geçirince, İslam halifeliğini Peygamber Hz. Muhammed ve amcazadesi olan İmam-ı Ali Hazretleri, onların soyu, evlatları ve torunları olan ehlibeytinden kalan kıymetli emanetleri alıp İstanbul şehri olan payitahta getirmişler. Bu olaydan sonra Padişah Yavuz Sultan Selim Han, İslam’ı ve İslam halifeliğini Osmanlı Padişahları olarak dünyadaki İslam ilmini ve İslamiyet’in yayılmasını biz sağlayacağız demişler. İşte bu dönemde Mekke ve Medine bölgelerinden Anadolu’ya İslam’ın doğru bir şekilde yayılması için Hacı Hüseyin Efendi Dedemiz ve ailesi gibi, başka aileler de deve kervanlarıyla Osmanlı topraklarına getirilerek büyük merkezî şehirlere yerleştirilmiş. Benim soyum olan Hacı Hüseyin Efendi, Turgutlu’ya gelmişler. Dedemlerin yakın bir kolu da Manisa Vilayeti’ne (Şehzadeler Şehri) yerleşmiş. Osmanlı Devleti’nin o dönemde Turgutlu şehri bu gün Küllük denilen yerdeymiş.
Sadıklar’ın arkasında bulunan dört adet kabir Arabistan’dan gelen Hacı Hüseyin Efendi Dedem, yanındaki ikinci kabir Hacı Ahmet er Rüştü Efendi (Hüseyin Efendi’nin oğlu), yanındaki diğer iki kabir ise Şükrü Bütüner’in ağabeyi Şevki Amca, yanındaki de Kazım Amca genç 21 yaşındaymış.
Dedemin bir de kız kardeşi varmış. Adı Zehra Hanım imiş. Sadıkların babaanneleri ve Balkan Savaşı’nda şehit olan bir kardeşleri daha (Kasaba Taburu Sancaktarı Ali Rıza Efendi) varmış. Her asker toplamada Ali Rıza Amca tabur sancaktarı olarak çağırılırmış. Çünkü boyu 210 cm. imiş. Balkan Savaşı’na giderken babam Hüsnü 5 yaşındaymış. Ali Rıza Amca eve Alahaısmarladığa geldiğinde babamı kucağına alıp sevmiş ve sonra babamın avucunu açıp içine oturtmuş. Kolunu içeriye doğru uzatıp ‘’Hüsnü’nün de büyüdüğünü görecek miyim?’’ demiş. Öyle bir amcamız varmış
Arabistan’dan Gelenlerin Yerleşimi
Bugünkü Dereköy Camisi yakınları ve Sadıklar’ın oraya kabirlerinin de bulunduğu alana yerleşmişler. Yerleştikleri mekân burası iken Turgutlu şehrinin olduğu yer, Hacı Zeynel Dede Cami’nin olduğu bölgede olup bugünkü Küllük dediğimiz mevkideymiş.
Hacı Hüseyin Dedemin yerleştiği mevkii, o günkü Turgutlu’dan oldukça dışarıda kalıyor. Bugünkü Turan Mahallesi Kılınç Sokak ve kabirlerin olduğu, Sadıklar’ın da içinde bulunduğu ve Kılınç Sokak’ın kuzey tarafındaki eski adıyla Çoban Sokağı’na kadar genişçe bir alana yerleşmişler. Daha sonraları buraya tekke binası, misafirhane, mutfak kısmı ve kendileri için yerleşmeler yapılmış. Daha sonra Dereköy Camisi’ni yapmışlar. Caminin yapımında minareye sıra gelince caminin sağ tarafı kabristan olduğundan minareyi sağ tarafa yapamamışlar. Hacı Hüseyin Efendi’ye gelmişler, caminin sağ tarafında kabirler olduğundan minareyi sağ tarafa yapamadık demişler. Dedem de ‘caminin sol tarafına yapın’ demiş. ‘Olur mu efendim’ demişler. O da ‘olur, erenlerin sağı solu olmaz’ demiş ve Dereköy Camii’nin minaresi sol tarafa yapılmış. Bu kurumun geçimini sağlayacak nakit gelir için, çarşı içinde 24 adet irat, gelir yaratan dükkân yapılmış.
Hacı Hüseyin Dede tekkede ilk şeyhlik yapan ve en uzun yaşayan (111 yaşında dünyadan gitmiş) ve son senelerinde cuma günleri dedemizi iki kişi konuşma yapmak için tezgene ile camiye, eve taşımışlar.”