BATI CEPHESİNDE YENİ BİR ŞEY YOK
Mehmet Gökyayla
Savaşın kötü olduğunu, her savaşın eninde sonunda masum sivillerin de ölümüne neden olduğunu söyler dururuz ama bu kötülüğün nasıl bir şey olduğunun gerçekten ne kadar farkındayız acaba? Biz Türkler, özellikle 19. yüzyılın ikinci yarısı ve 20. yüzyılın ilk çeyreğinde savaşın tüm acılarını yaşamış olsak da Kurtuluş Savaşı'nın zaferle sonuçlanmasının ardından ne mutlu ki yüz yıldır uzağız savaşlardan. Tam da bundan dolayı savaşın tam olarak nasıl bir şey olduğunu çok şükür ki şu anda hakkıyla gözümüzde canlandırmakta zorlanıyoruz.
Hakkıyla bilmediğimiz konulardan bir tanesi de Birinci Dünya Savaşı'dır. Her ne kadar Osmanlı Devleti'nin de dâhil olduğu bu savaşta Osmanlı'nın çarpıştığı cepheler ve bu cephelerde yaşananlar hakkında gerek dersler gerekse edindiğimiz kültür icabı bildiklerimiz olsa bile savaşın diğer cepheleriyle buralardaki muharebeler tamamen meçhulümüzdür. Çanakkale Cephesi'ni, on binlerce şehidimizi veya Kutül Amare'yi biliriz ama Almanlarla Fransızlar arasındaki Marne Meydan Muharebesi tamamen yabancıdır bize. Dolayısıyla bu savaş hakkında bildiklerimiz, bizimle ilgili olan kısımlardır ve bu durum da bir bakıma olağandır aslına bakarsanız.
İkinci Dünya Savaşı ise Türkiye'nin savaşa dâhil olmamasına rağmen Pearl Harbour'dan Normandiyaya, Dunkirkten Ardenlere pek çok cephesiyle toplumun önemli bölümünün en azından fikir sahibi olduğu bir zaman dilimidir. Bunun gerekçesi de son derece basittir aslında. İkinci Dünya Savaşı hakkında bildiklerimizin büyük bölümü Hollywood yapımı popüler filmlerden kaynaklanmaktadır. Gerçekten de Amerikan ideolojisi, hem kendi ulusuna hem de dünya kamuoyuna savaşın galiplerinin ne kadar haklı bir zafer kazandıklarını aktarabilmek adına düzenli olarak üretmeye devam etmektedir. Kurgu sinema filmlerinden dizilere, belgesellere ve kitaplara uzanan geniş bir yelpazedeki bu üretim, her geçen gün artarak sürmektedir.
Geçtiğimiz günlerde Netflix'te gösterime giren Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok adlı film, bu anlamda bir istisna olarak değerlendirilebilir. Alman yazar Erich Maria Remarque'ın aynı adlı romanından uyarlanan film, romanın bugüne kadar üçüncü defa sinemaya aktarımı. Roman, Birinci Dünya Savaşı'nı konu edinen edebî eserler arasında bir kült haline gelmiş durumda. Roman uyarlamalarında genellikle dile getirilen, filmin romandaki başarıyı yakalayamaması ya da yansıtamaması olmaktadır. Fakat baştan söyleyeyim ki bu sefer durum, tam tersi... Film de roman kadar başarılı bir sanat eseri olarak sesleniyor izleyiciye.
Birinci Dünya Savaşı'nın sonlarında, 1917 yılında lise öğrencisi bir Alman gencinin arkadaşlarıyla beraber gönüllü olarak askere alınmasıyla başlayan film, savaşın tüm dehşetini gözler önüne seriyor. Tüm bu olaylar, Almanya ile Fransa arasındaki, batı cephesinde gerçekleşen muharebelerde ilerliyor.
Filmin sinematografik anlatımı, bazı kısımlarda durağan gibi görülebilir. Anlatımı yavaşlatıyormuş gibi görünen bu kısımların karakterlerin iç dünyalarını yansıtmak amacı taşıdığını söylememiz gerekiyor. Cephedeki askerlerin içlerindeki karanlığı, tedirginliği; hayat ordunun dışında bir şekilde tüm olağanlığıyla akıp giderken içselleştirilmiş, her an yan yana olunan ölüm olgusunun korkutuculuğunu anlatmak amacıyla anlatım kasıtlı olarak yavaşlatılmış kimi yerlerde.
Birinci Dünya Savaşı'nın Almanya'ya yansıyan sonuçları, İkinci Dünya Savaşı'na gidilen süreci de hazırlamıştır bir bakıma. Savaşın galiplerinin pazarlıksız olarak dayattığı ve kabul edilmesi mümkün olmayan şartlar, Osmanlı-Türkiye tarafında Mustafa Kemal Paşa önderliğindeki yeni meclis ve ordu tarafından ortadan kaldırılmıştır ancak Almanya bunu yapamamış; savaşın sonunda İtilaf Devletleri ile imzaladıkları Versay Anlaşması yürürlükte kalmıştır. Bu anlaşmanın Almanya'yı yok oluşa sürüklemesi, Alman ordusunun aristokrat asillerden oluşan komuta kademesi ve kendi iç birliğini çok geç tamamlayabilen bu devletin genişleme arzusu her iki dünya savaşının da en önemli nedenleri arasında bulunuyor. Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yokta tüm bu bahsettiklerimiz, içeriden bir bakışla yansıtılıyor. Yanlış anlaşılmaması için belirtmekte yarar var: Film, Alman bakışıyla Almanların yanlışlarını anlatmıyor. Anlatılan, sınırlı sayıdaki güç ve yetki sahibinin milyonlarca insanı oradan oraya sürüklemesi ve bunun sonucunda başlayan savaşların özellikle cephedeki bireyler üzerindeki etkileri...
Günümüzde Netflix ve Amazon gibi platformlar sayesinde 45 dakika ya da bir saat civarındaki kısa bölümlerden oluşan dizilere alışmış bizler için yaklaşık iki buçuk saatlik bir filmi izlemek hiç de kolay değil. Fakat Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok, nasıl bittiğini, zamanın nasıl geçtiğini anlamadığınız filmlerden birisi olacak. Hem Almanya'yı hem Birinci Dünya Savaşı'nı hem de savaşın ne olduğunu bir kez daha anlayabilmek veya öğrenebilmek adına mutlaka izlenmesi gereken bir film Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok. Film, bana kalırsa, savaş karşıtlığı açısından şimdiden klasikler arasında yerini almış durumda.