S-400 krizine çözüm; milli yazılım ve diplomasi
KIBRIS TV’ye konuşan gaÜ güvenlik araştırmaları merkezi direktörü Dr. M. Sadık Akyar, Türkiye gündeminde önemli bir yer tutan, S-400 sistemlerinde ABD ve NATO’yu endişeye sevk eden konuların çözümünün mümkün olduğuna dikkat çekti
Girne Amerikan Üniversitesi (GAÜ) Siyasal Bilimler Fakültesi Öğretim Üyesi ve Güvenlik Araştırmaları Merkezi Direktörü Dr. M. Sadık Akyar, S-400 sistemlerinde, ABD ve NATO’yu endişeye sevk eden konuların, milli yazılım ve ara yüz programlarıyla halledilebileceğini söyledi.
Akyar, Türkiye’nin bu teknolojiye sahip olduğunun altını çizerek böylece Suriye özelinde geliştirilen çok taraflı politikaya da uygun olarak, füzeler satın alınmış olacağını, ABD ve NATO’nun da güvenlik endişelerinin giderileceğini ifade etti.
Akyar, kibris tv'de KIBRIS Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ali Baturay’ın sunduğu “Markaj” programında uluslararası gündemi değerlendirdi.
Suriye krizinin, her zamanki gibi Türkiye’nin gündeminde yer almaya devam etiğini, hareketli gündem de askeri ve diplomatik saha olduğunu belirten Akyar, ABD’nin Suriye özel temsilcisinin, beraberindeki heyetle Türkiye’de Savunma Bakanı Hulusi Akar’la görüştüğünü anımsattı. Akyar, görüşme sonunda yapılan açıklamalarda, Türkiye ve ABD’nin Suriye ile ilgili Münbiç Yol Haritası’nın uygulanması ve Fırat’ın doğusunda güvenli bölge kurulması konusunda fikir birliğine varıldığını söyledi.
“ABD ve Türkiye arasında kırılma noktası olabilir”
Güvenli bölgenin Suriye’nin doğusunu kapsayacağının belirtildiğine dikkat çeken Akyar, açıklamadan Fırat’ın doğusunda da Rusya ile güvenli bölge kurulması konusunda anlaşmaya varıldığının anlaşılabileceğini belirtti. “Bize göre her iki bölgede önemli olanın, şekli nasıl olursa olsun, Türkiye’nin söz sahibi ve kontrolünün olmasıdır. Türkiye için, Suriye’nin kuzeyinde en uygun alternatiflerin, 1998 yılındaki Adana Mutabakatı ve 2011 yılında imzalanan Genişletilmiş Adana Mutabakatı çerçevesinde olmasının, Suriye’de tüm üçüncü taraf ülke ve oluşumları devre dışı bırakmaktadır” diyen Akyar, bunun Türkiye’nin de yararına olduğunu vurguladı.
Akyar, ABD’nin Suriye’den çekilmesini koordine edecek, Türkiye ve ABD’li yetkililer tarafından oluşturulan, “Ortak Görev Gücü”nün de, çalışmalarına başladığını ifade ederek özellikle Suriye doğusu için ABD ile anlaşma sağlanmış gibi dururken, S-400 hava savunma füze sistemi sorununun tekrar ortaya çıktığını söyledi.
Akyar, problemin füzelerin teslimat tarihi yaklaştıkça ABD ve Türkiye arasında kırılma noktasına doğru yol açabileceği uyarısında bulunarak şöyle dedi:
“Türkiye’nin S-400 sistemlerini almamasını daha önce Washington kanadı gündeme getirmiş, hatta Mayıs ayındaki savunma bütçesinin görüşülmesi esnasında, F-35 uçakları dahil birçok sistemin Türkiye’ye verilmesini, bu alım esas olmak üzere, Pentagon’un hazırlayacağı rapora göre karar verileceği belirtilmişti.
Bu kez ABD biraz daha yüksek perdeden, Türkiye’den S-400’lerin satın alınmayacağına dair yazılı taahhüt istemiştir. Türkiye tarafının cevabı ise, S-400 konusunun artık bittiği, geri dönüşün olmayacağı yönündedir. Daha önceki yazılarımızda da belirttiğimiz üzere, bizim kanaatimiz de bu yöndedir. Çünkü S-400’lerin alımından vazgeçilmesi Türkiye’nin köklü devlet geleneğine ters düşer ve Türk- Rus ilişkilerinde bir travmaya yol açabilir.
Öncelikle, ABD ve NATO yetkilileri tarafından gündeme getirilen, S-400 sistemlerinin F-35 uçaklarının sistemlerinin güvenliğini açığa çıkararak, bu uçakların operasyon kabiliyetine zarar verileceği belirtilmektedir. O zaman akla, muharebe ortamında, S-400 füze sisteminin, herhangi bir F-35 uçağının radarına kilitlenmesi durumunda, bu uçakların devre dışı kalabileceği anlaşılmaktadır ki, kanaatimizce bize bu çok mantıklı gelmemektedir.
S-400 soğuk savaş dönemi dahil, ABD ve Rus taraflarınca, barış zamanında bile, birbirlerinin sistemlerini denemek için sanayi casusluğu dahil her türlü çabayı sarf ettikleri vakadır. Bize göre, O zaman Rus tarafının da, bu sistemlerin ABD sistemleri ile kullanılmaması yönünde çekince sistemi. Bilakis, belirtmeleri gerekmektedir. Halbuki böyle bir çekince yoktur. Hatta S-400 sistemlerinin, barış zamanında NATO uçak ve elektronik sistemlerinin eğitimine olumlu katkı sağlayacağı düşünülmektedir.”
S-400 krizine çözüm
Bütün bu argümanlara rağmen krizin yine de büyümemesi için TC yetkililerinin de belirttiği gibi, Rusya’dan alınacak sistemlerde teknoloji transferi de öngörüldüğünü söyleyen Akyar, S-400 sistemlerinde, ABD ve NATO’yu endişeye sevk eden konuların, milli yazılım ve ara yüz programlarıyla halledilebileceğinin düşünüldüğünü belirtti. Akyar, Türkiye’nin bu teknolojiye sahip olduğunun altını çizerek böylece Suriye özelinde geliştirilen çok taraflı politikaya da uygun olarak, füzeler satın alınmış olacağını, ABD ve NATO’nun da güvenlik endişelerinin giderileceğini söyledi.
Akyar, teslimatta ve devreye almada bazı gecikmelerin olabileceğine işaret ederek bu konuların diplomasi ile halledileceğini belirtti. Türkiye’nin füzeleri alması ve ABD’nin şu anda belirttiği gibi, Türkiye’ye ciddi ekonomik yaptırımlar uygulaması durumunda, Türkiye’nin doğal olarak, kendi güvenliği için, hayati bir karar alarak, Rus yapımı harp silah araçlarını kullanmaya başlayabileceğini ifade eden Akyar, diplomatik literatürde adının eksen kayması olarak belirtilebileceğini söyledi.
ABD’nin Rusya’yı çevrelemek için Ukrayna ve Gürcistan politikaları, bu iki ülkeyi ABD, NATO ve AB saflarına çekme gayretleri göz önünde bulundurulduğunda, bu tür yaptırımların da mantıklı olmadığının anlaşıldığını ifade eden Akyar, ABD’nin mevcut yönetiminin bu kararları uygulayabileceğini ancak bundan sonraki yönetimin, Türkiye ile ilişkileri onarmak için Türkiye’ye ücretsiz Patriot ve F-35 vermek durumunda kalabildiğini belirtti. Akyar, sonuç olarak krizin teknik önlemler ve diplomasi ile çözülebileceğine inandığını söyledi.
Pakistan ve Afganistan krizi
Geçen hafta dünyayı derin endişeye düşüren Pakistan ve Afganistan arasında yaşanan kriz yatışır gibi olsa da, devam ettiğini ifade eden Akyar, dünyanın bu krizi çok yakından takip etmesinin sebebinin de her iki ülkenin nükleer silahlara sahip olması ve daha önce üç kez çatış olmaları olduğunu belirtti.
Akyar, 1947 yılında, Hindistan’ın; Batı Pakistan, Hindistan, Doğu Pakistan olarak, İngiliz sömürgesinden bağımsızlıklarını ilan ederek üçe bölündüğünü anımsatarak genel anlamda Müslümanların, Pakistan’ı Hinduların da ise Hindistan’ı kurduğunu söyledi. Yaklaşık 550’den fazla küçük prenslikten oluşan Keşmir’in ise, önce bağımsız bir ülke olmak istediğini ancak referandumla Pakistan’a katılma kararı aldığını anlatan Akyar, şöyle devam etti:
“Çünkü bu bölgenin nüfusunun çoğunluğunu da Müslümanlar oluşturmaktaydı. Ancak, bu bölgeyi yöneten Mihrace Hari Sing, bazı kaynaklar göre parayla, bazı kaynaklara göre, Hindistan sempatizanı olması nedeniyle bu bölgeyi Hindistan’a devrederek İngiltere’ye kaçmıştır. Bunun üzerine, Pakistan referandum sonucuna göre, bölgenin kendisine ait olduğunu belirterek, Keşmir’in yaklaşık %30’unu ele geçirmiştir.
Pakistan Keşmir’i olarak da adlandırılan bu bölgenin diğer bir adı “Azad-Özgür Keşmir”dir. Pakistan bu bölgenin yaklaşık %5’ini Çin’e bırakarak, Keşmir konusunda başlangıçtan itibaren Çin’in desteğini sağlamıştır. Keşmir’in, %70’lik bir bölümü ise, Hindistan kontrolündedir, Hindistan kontrolündeki bu bölümün %10’u ise Hindistan ve Çin arasında ayrı bir tartışmalı bir bölge sorunu olarak durmaktadır.
Hindistan, kendisine ait olduğunu öne sürdüğü, Pakistan Keşmiri’nde teröristlere karşı bir hava saldırısı düzenlemiş ve Pakistan’da buna hemen karşılık vermiştir. Pakistan iki Hint uçağını, hava sahası ihlali nedeniyle düşürünce en son kriz meydana gelmiştir. Bu krizin arka planında ise, Çin’in tarihi İpek Yolu’nu canlandırma projesi kapsamında, Çin’in Guanzou şehrinden Pakistan’ın Karaçi Limanı’na yapımı planlanan, ulaşım ağının(otoyol, demiryolu, boru hattı) Keşmir’den geçmesinin gerekmesidir.
Bu nedenle, Çin tarafından bu projede, Hindistan’ın devre dışı bırakılması isteğinin de ön plana çıktığı, kimi çevrelerce belirtilmektedir. Kuruluşlarından itibaren; ABD, Pakistan ile Rusya ise Hindistan ile müttefiktir. Çin, üçüncü bir güç olarak dünya politik arenasına çıkmak için, 1955 yılında, “Bağlantısızlar Hareketi”nde Hindistan ile hareket etmiş, Hindistan’ı desteklemiş, ancak 1965 yılında, Hindistan’ın karşı çıkmasına rağmen Doğu Pakistan’ın Bangladeş olarak bağımsızlığını ilanında, Hindistan ile ilişkileri bozulmuş ve halen de o şekilde devam etmektedir.
Türkiye Pakistan ile her zaman iyi bir ilişki içerisinde bulunmuştur. Gelecek hafta 104üncü yıldönümünü kutlayacağımız Çanakkale Zaferi bu ilişkilerde özel bir yer tutmaktadır. Çanakkale Savaşı esnasında Pakistan’ın “Mehmet Akif Ersoy”u olarak nitelendirilen Muhammed İkbal Lahor’da Çanakkale Savaşı’na destek için bir miting düzenlemişti. Miting esnasında, “kendisinin dün gece rüyasında peygamberimizi (S.A.) gördüğünü, İki Cihan Peygamberinin kendisine dünyadan ne getirdiğini sorması üzerine, tekbirlerle bezenmiş Çanakkale Şehidinin bir şişe kanını getirdiğini” konulu şiiri okuması üzerine, meydanda toplanan Lahor halkı yaklaşık 1,5 milyon sterlin değerinde bir yardımı Osmanlı Devletine ulaştırmıştır.
Ayrıca bazı Pakistanlılar da gönüllü olarak, Osmanlı saflarında savaşa katılmıştır. Pakistan, Kurtuluş Savaşı ve Kıbrıs Barış Harekatı esnasında da Türkiye’ye destek vermiştir. Türkiye, 1955 yılında bir soğuk savaş refleksi olarak kurulan, Bağdat Paktı ve daha sonra Merkezi Anlaşma Teşkilatı (CENTO) olarak adlandırılan güvenlik örgütlerinde de Pakistan ile birlikte yer almıştır. Pakistan ile halen başta politik ve askeri olmak üzere halen her alanda ilişkilerimiz üst seviyede devam etmektedir. Türkiye’nin son yıllarda üstlendiği açık ve zımni arabuluculuk rollerini devam ettirerek, Pakistan ve Hindistan arasında yaşanan bu krizde de arabuluculuk rolünü devam ettirmesinin uygun olacağını değerlendiriyoruz.”
“Deniz ve hava üssü inşası hızlandırılmalı”
Akyar, Kıbrıs konusunun hidrokarbon ve güvenlik konularına yoğunlaştığını belirterek 10’uncu parselde bulunan gazın, bu yıl dünyada bulunan üçüncü en yüksek verime sahip olduğunu, Kıbrıs’ın yaklaşık 200 yıllık gaz ihtiyacını karşılayabileceğinin öne sürüldüğünü söyledi.
Güney Akdeniz ülkeleri toplantısı esnasında, Fransa’nın Güney Kıbrıs’taki Mari limanı ve Andreas Papandreu hava üssünden kullanım yeri istemesinin, bölgede, askeri faaliyetlerin artacağının işareti olarak göründüğüne işret eden Akyar, bunun AB ülkelerinin Brexit sonrası İngilteresiz bir politika oluşturmak istemelerinin bir yansıması olarak algılanabileceğini söyledi. Akyar, bu nedenle, Türkiye’de daha önce kurulacağı açıklanan deniz ve hava üssü inşasının hızlanması gerektiğini vurguladı.
“Taslak rapordaki suçlamalar çıkarılmalı”
Avrupa Parlamentosu Dışişleri Komisyonu’nun taslak Türkiye raporuna da değinen Akyar, demokrasi ve insan haklarını öne sürerek, Türkiye ile ilişkilerin, askıya alınmasının önerildiğini ancak taslak rapor incelendiğinde Türkiye ile ilgili, bu klasik yaftalamaların dışında, Suriye ile ilgili bazı suçlamaların da olduğunun görüldüğünü söyledi.
Akyar, Avrupa Parlamentosu kararlarının bir bağlayıcılığı olmadığına dikkat çekerek 12 Mart’ta söz konusu taslak raporun parlamentoda onaylanacağını ve AB Komisyonu’na gideceğini belirtti.
Akyar, raporda suçlamaların yer alması durumunda, Türkiye’nin uluslararası arenada bazı olumsuz durumlarla karşılaşabileceğini ifade ederek, “Bu nedenle, ay sonunda yapılacak nihai oylamadan önce, temsilcilerimiz tarafından bu ifadelerin rapordan çıkartılması önem arz etmektedir. Özellikle, Mısır’da dokuz muhalifin idamı sırasında, bir AB heyetinin Mısır’ı ziyaret etmesi, Türkiye için çifte standart argümanı olarak bu çalışmalarda AB’ye karşı kullanılmalıdır” dedi.
Brexit, konusundaki belirsizliğin de sürdüğüne değinen Akyar, İngiltere’de; Mart ayının 12’sinde “Revize Edilmiş”, 13’ünde “Anlaşmasız Ayrılık” ve 14’ünde ise Brexit’in ertelenmesinin oylanacağını söyledi. Akyar, “İşin ilginç tarafının AB tarafından İngiltere birlikten ayrılmış gibi kabul edilmektedir” dedi."KIBRIS TV"
Yorumlar
Kalan Karakter: