Cumhuriyet’in “Kasaba” sevinci!
Salih Özbaran
RAHATSIZLIKLARIMIN izin verdiği zamanlarda -yıllarca- İzmir’den Turgutlu’ya gelir, 1993 yılında kaybettiğim annemi, eşim Çiler’in anne ve babasını, ağabeyim Aydoğan ve ailesini, kız kardeşim Cahide ve eşi Adnan’ı, görgü tanıklığıyla, güngörmüşlüğüyle beni her zaman aydınlatan ve yakın zamanda 95 yaşında kaybettiğimiz dayımın oğlu Remzi (Ulman) ağabeyimi, eski Fayton Pazarına bakan (vaktiyle Derviş Amca’mın sahibi olduğu geniş ve nezih) Derviş’in Kahvesi’nin son bulmasından sonra bölünmüş binanın bir bölümünde mali müşavirlik ve muhasebecilik mesleğini sürdüren (eğitimim için -gerek üniversitede okuyabilmem gerekse yurt dışında doktora yapabilmem için- beni hep yüreklendirmiş olan amcam oğlu merhum) İrfan ağabeyimi; adı geçen kahvenin köşesinde kahvecilik geleneğini sürdüren mahalle arkadaşım İbrahim ve oğlu Ahmet’i; işlettikleri kahveye sıklıkla uğrayan, Kasaba’nın tarihine ışık tutan, böylece bana yardımcı olan Müfit Bayrakçı’yı; o arada akraba ve dostlarımı, görebildiğim kadarıyla sınıf arkadaşlarımı, tanıdığım esnafı ve 2015 yılında yayımlanan Fotoğraflarla Konuşan Kasaba Turgutlu (1938-1960) albümü için gereken fotoğrafları tereddütsüz sağlayan Hüseyin Cantekin ve oğullarının Stüdyo Sıtkı’sını ziyaret ederdim.
Ama önce, Turgutlu’ya girer girmez, Atatürk Bulvarı boyunca sağa sola bakar, 1940’lı ve 1950’li yılların imgelerini yaşar, gözüm Cumhuriyet’in anımsattıkları yapıları arardı. Cumhuriyet İlkokulu’nun ve Halk Evi’nin beklediği onarımı öğrenmek önceliğim olurdu. İlk zamanlarda rahatça yürüyebildiğim, nefesim daralmadan seyrettiğim ve gezindiğim cadde ve sokaklarda anılarımı tazelerdim. Sonradan kalabalıkların artışıyla, doğanın saygısızca ve insafsızca yok edilmeye başladığına tanık olurdum. Cumhuriyet İlkokulu’na özellikle uğrar, yıkıma terkedilmiş haline üzüntü içinde bakardım. Devlet’in gözden çıkardığı, Cumhuriyet rejiminin bu sembol okulunun kurtarılacağı günü beklerdim.
Çaldağı’nı maden için tahrip edenler bardağı taşıran son damla oldu benim için. Dünyaya açılan tarihçiliğimin yanına Kasaba’yı da ekledim: 2013 yılında Küllerinden Doğan “Kasaba” Turgutlu kitabını yazdım. Kurtuluş Savaşı’ndan sonra girişilen olağanüstü gayretlerin, özverilerin ve Cumhuriyet’ın kazanımlarının, kısacası dünya uygarlığına ortak oluşun 15 yıllık öyküsünü toplum ve öğrenci için derledim. Bu arada, doğa kıyımına karşı düzenlenen tepkilere ortak olduğum gelişmeleri içeren Çaldağı: Kasaba’mdaki Darbe (2018); ve gözlemlerimin, deneyimlerimin ve gazete yazılarımın yer aldığı Kasaba Yazıları (2021) kitapçıklarımla teselli buldum.
Üzüntüm çoktu, ama Cumhuriyet uygarlık sembolümdü.
Belleğimde saklı buluna onca anı ve kazanmaya çalıştığım bilgilerle ama rahatsızlığımı çoğaltacak, huzurumu kaçıracak manzaralarla karşılaşma kuşkusu içinde, eşim Çiler ile oğlum Erdem’in sürdüğü arabamızla Atatürk Bulvarı’nın Karpuzkaldıran’ından -son ziyaretimizden aylar sonra- (21 Ekim 2023 tarihinde) bir kez daha kent merkezine doğru ilerledik, daha doğrusu, ilerlemeye çalıştık trafik cümbüşünde. Sağımızdaki Meslek Lisesi kurucusu kayınpederim Aptullah Halis Kavruk adını taşıyan, ağaç üzerine yerleştirilmiş olan sembolü gururla selamladık. Sağ tarafımızda kalan Karpuzkaldıran’a sevinç ve hüzün dolu gözlerle baktık. Sol tarafımızda, adı 15 Temmuz’a dönüştürülen ancak Cumhuriyet’in 50. Yılını kutlamak için hazırlanmış olan anıtla sembolleşen Cumhuriyet rejimin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ü ve ona destek verenleri, canlarını feda edenleri saygıyla, sevgiyle ve minnettarlıkla andık.
En Büyük Bayram
Dile getirdiğim tarih Atatürk’ün “En Büyük Bayram” olarak tanımladığı Cumhuriyet’in 100. Yılı’nı günler öncesinden kutlanmaya başlaması gereken tarihin bir hafta kadar öncesindeki tarihti. Atatürk Bulvarı boyunca sağa sola bakarken bir kez daha hüzünlendim. Tarihçilik mesleğimin bana sağladığı bilinç, sınavdan geçiriyordu beni: Nerede o hazırlıkları haftalar önce başlatılan zafer takları, Atatürk’ün fotoğrafları ve özdeyişleri, binaları süsleyen bayraklar? Neredeydi kültürel etkinlikler? Acaba geçit resmi saatler sürecek miydi; bulvar boyunca esnafın, sanatkârın, köylünün, kentlinin -onbinlerin- Bayram gününde gösterdiği ilgi ve kıvanç bir kez daha yaşanacak mıydı? Çeşitli kuruluşların çelenklerle süslediği, önünde kutlamaların yapıldığı, günün önemini vurgulayan konuşmalara, şiir okumalarına yer verilen Atatürk büstü / Cumhuriyet Anıtı neredeyse bir çeyrek yüzyıldır olduğu gibi duyarsız mı bırakılacaktı?
Unutmamak gerekir: İnsan, yetiştiği kültürün kendisine sağladığı avantajların bilincinde olan varlıktır. Kişi, tarihsel varlığının da bilincindedir; ama ecdattan gelen süreç, kültürel etkileşimden kaçamaz. İşte tam bu noktada Türkiye Cumhuriyeti’nin çağdaş gelişmeleri yakalama yolundaki çabaları çok önemlidir. Cumhuriyet sürecini eleştirenler yakalanan kazanımları düşünmek zorundadır. Özellikle 100. Yılını kutlama bahtiyarlığı yaşanırken.
Cumhuriyet Bayramı'nın öylesine önemli yıldönümünü kutlamaya çalışıyoruz bu günlerde. 10. yılında (1933) Ahmet Hamdi'nin çektiği fotoğraflarla Kasaba'da (Turgutlu'da) yaşanan coşkuyu, sonradan tırpanlanmış olan ağaçların gölgesinde geçit resmini seyreden onbinleri canlandırdım gözümde, zihnimde. 1940'lı ve 1950'li yıllarda oradayken yaşadım ben mutluluğu. 1950 yılında Cumhuriyet Alanı'nda adı İsmet Paşa'dan Namık Kemal'e çevrilen okulum adına okuduğum şiir, sonraki zamanlarda hayatımın çok gurur verici bir anısı olarak yer etti yüreğimde. Günler öncesinde iskeleti kurulup mersin dallarıyla bezenen, Cumhuriyet'in erdemlerini yansıtan sözlerle dikkat çeken, ışıklar içine yerleştirilmiş Mustafa Kemal Atatürk posterleriyle gurur saçan ortamda nefes aldım. Cumhuriyet (Ortapark) Alanı'ndaki konuşmalar, okulların boru ve trampet takımlarından yükselen sesler, Kasaba bandosunun çaldığı marşlar, öğretmenlerin öğrencileriyle birliktelikleri, rengârenk görüntüleri, esnaf temsilcilerinin bindikleri araçlardaki zanaat gösterileri ve halkın Atatürk Bulvarı boyunca uzanan alkışları; nice eğlence ve sosyal faaliyetler.
Dilerim, hükümet icra edenler, Cumhuriyet Rejimi’nin kazanımlarını tarihin bir akışı olarak değerlendirme yoluna girerler; dilerim, Cumhuriyet’in özellikle ilk 15 yılında Türk ulusuna kimlik sağlayan ilke ve devrimleri üstüne kafa yorarlar; dilerim uygarlığın neresine vardığımızı/varamadığımızı düşünürler.