“Bataklığa sağlam bina yapılamaz”
Manisa MHP 23.Dönem Milletvekili Ahmet Orhan’ın yazısı
Türkiye, 2001 yılında yaşanan ekonomi kriziyle dibe vuruş sonrasında yaşadığı refah artışının yarattığı pembe yılları geride bıraktı.
Borçlanma kapasitesinin sonuna gelen, milyonlarca tüketime yönlendirilen vatandaşımız alıştığı hayatı sürdüremez hale gelmiştir.
Ne yazı ki iç ve özellikle dış nedenlerle sıkışan ekonomimiz yeni kırılganlıklar ve hassasiyetler üretmektedir.
Hükümetin onca başarılı operasyon ve gayretlerine rağmen milli ekonomi rutin işleyişine bir türlü dönememektedir.
Piyasada istikrar bir türlü tesis edilememekte her geçen gün işsizlik sayıları yükselişe devam etmektedir.
İşsizlik sayılarının toplam işgücüne oranı neredeyse yarısına dayanmış durumdadır.
Özellikle de gençlerimizin büyük bir bölümü işsiz olduğu gibi iş bulma umudunu tamamen yitirmiş durumdadır.
Onlardaki bu duyguyu kuvvetlendiren yanlışlar başta devlet tarafından yapılmaktadır.
Bana göre rahmetli Ecevit’in Türk Milletine yaptığı en büyük iyilik, devlete işe almada getirdiği Kamu Personeli Seçme Sınavı yani kısa adıyla KPSS, mevcut AK Parti iktidarı tarafından önce Fetöcülere sonra da yeni yandaşlara avantaj sağlamak için sulandırılarak işlevsiz hale getirilmiştir.
Bunun doğal sonucu olarak da ehliyetsiz ama biatçi zihniyet devlet kurumlarına yerleşmiş, devletin işleyişinde aksamalara yol açılmıştır.
Cumhuriyet tarihi boyunca kıt imkanlarla kurulan fabrikalar, barajlar, enerji santralleri satılmış yetmemiş yap işlet devret modeliyle karayolları, barajlar santraller hastaneler, devlet hizmet binaları dahil talep alan her alan özel sektöre açılmış olmasına rağmen işsizliğin azalması bir türlü sağlanamamıştır.
Hele hele bir zamanlar devrin Başbakanı Turgut Özal’ın KİT’lerin özelleştirme gerekçesi olarak ifade ettiği çalışanların ücretlerinin gelişmiş ülkelerin işçilerinin seviyesine çıkması bir yana, yanından geçmesi bile temin edilememiştir.
Bilakis çalışanların büyük çoğunluğu asgari ücrete mahkum edilmiştir.
İnsanımızın o bildik, devlete güven duygusu ciddi olarak yara almış durumdadır.
İki binli yılların başından bu yana sürdürülen tüketimi önceleyen ekonomik anlayış bizi duvara toslattırmıştır.
Zamanında yapılamayan üretim odaklı ekonomik reformlar, devlet olarak en sıkışık zamanımızda, sosyal çalkantılara hatta patlamalara neden olmaktadır.
Ülkemizin dört bir yandan düşmanca saldırılara maruz kaldığı her akıl, izan sahibi vatandaşımız tarafından kabul edilmekte olmasına rağmen yine de şikayetler hat safhadadır.
Bunun nedeni vatandaşlarımıza eşit ve adil muamele edilmediğine dair yaygın kanaattir.
Adaletin olmadığı, külfetin ve nimetin adil paylaşılmadığı yerde kimse birlik ve beraberlikten bahsetmesin.
Bahsederse de inandırıcılığı olmayan yalancı pehlivan olur, komik duruma düşer.
Maalesef 80 yıllık Cumhuriyetin ekonomik kazanımları yeterince verimli değerlendirilememiştir.
Kof, sürdürülemez, ithal ürünlerin tüketimine dayalı refah artışına harcanmış olan kaynaklar Ülkemizi istenen seviyeye, yani gelişmiş ekonomiler seviyesine taşıyamamıştır.
Savurganlık, israf hayatın her alanına bizzat iktidar eliyle sokulmuş, gelir dağılımında makul, herkesin içine sinen adil bir zemin tesis edilememiştir.
Toplumun alt ve üst kesimleri arasındaki fark açıldığı gibi orta kesim giderek daha fazla eksilmiştir.
Çok kazanandan çok alınması gereken vergilerde bir türlü adalet sağlanamamış, sabit ve düşük gelirlileri ezen anlayış bir türlü terk edilememiştir.
Bu adaletsizliğin sonucunda vergi vermeden devletin sağladığı büyük teşvik ve hibelerden hadsizce yararlanan yandaşlar türetilmiş, artık milyonluk otomobilleri kullanan zamane zenginleri en küçük kasabalarda bile görünür hale gelmiştir.
Yolsuzluk, rüşvet ve kamu malından hırsızlık vakaları sıradan hale gelmiş her çalanın çaldığı yanına kar kalmıştır.
Yüz binlik yerleşimlerde bile yüz milyonlarca lirayı bulan yolsuzluk ve rüşvet iddiaları günün yükselenleri arasına girmiştir.
Tam bir kokuşmuşluk toplumuzu kemirir hale gelmiştir.
Güven yok olmuş, kriz seviyesine ulaşılmıştır.
Aldıkları makul seviyelerdeki ücretlerle edinilmesi mümkün olmayan milyonluk konutlar her tarafta görünür olmuştur.
Akla gelen her alanda rant, rantiye, rüşvet sıradanlaşmıştır.
Ortaya çıkan artı değerden devleti temsil edenlerin ve siyasilerin büyük bölümü pay almadan parmağını oynatmaz olmuştur.
En küçük alt yapı yatırımları bile birilerinin alacağı paylar üzerinden hayata geçirilir olmuştur.
Makamlar, özellikle de siyasi olanlar tıpkı Osmanlı’nın son dönemindeki gibi işgal edilecek makamın yarattığı rant kapasitesine göre bedeli mukabil satılır hale gelmiştir.
Tüm bu olumsuzluklar yetmezmiş gibi bir de iktidar hevesi uğruna her türlü tavizi vermeye hazır olanların varlığını da not etmeliyiz.
Çizdiğim bu karanlık tablo hayatımızın panoramasından ibarettir.
Şimdi ise Türkiye, bu kaygan zemin üzerinde sağlam bir duruş sergileyerek yedi düvele karşı “Milli Beka” mücadelesi vermek durumundadır.
Unutmayalım ki bataklığın üzerine sağlam bir abide yapı inşa edilemez.
Yapılması gereken, kaygan, güvenilmez balçığı temizlemek en azından sağlam zemine ulaşacak araçların yarattığı yeni ve güvenilir bir zemin yaratmaktır.
Onun için devletine ve milletine bağlı her Türk evladını aynı oranda ve samimiyetle bağra basılıp, adaletle muamele edilmelidir.
Sülükler derhal ayıklanmalı, milletin verdiği vergiler yerinde ve israfa kaçmadan itinayla kullanılmalı, külfet ve nimet dengesi adil bir zemine oturtulmalıdır.
Yandaş kayırmadan derhal vazgeçilmelidir.
Eğer adalet ve yönetenlere karşı güven duygusu kuvvetli bir şekilde tesis edilemezse şundan emin olunuz ki yönetenler için yolun sonu görünmüştür
Yorumlar 5
Kalan Karakter: